T.C. bir yıkıntı manzarası arzediyor; siyasî, hukukî, insanî, iktisadî, idarî, askerî, içtimaî, ruhî vs. her sahada... Kemalist devlet can çekişiyor... İçtimaî bir ruh kalmamış, içtimaî sınıflar arasında bir dayanışma yok... Cemiyette, müspet ya da menfî olsun, ruhî muvazene yok. Yamyam kabilelerinde bile ruhî bir muvazene varken, bizdeki bu durum kaybedilen nurun tersinden tecellisi... Toplumun çekirdeği aile yıkılmış... İslâm düşmanı temeli üzerine ifadelendirilen lâik rejim içki tüketiminde dünya üçüncüsü... Yani ayyaş bir nesil yetişiyor, kumar ve fuhuş da da zirveye çıkıyor... Yani her şeyde tersine tekamül; Üstadın "tersine mucize" dediği hâl...

Enflasyon ve terör de yukarıda saydıklarımız gibi devamlı tırmanıyor... İllegal örgütlerin terörünü gölgede bırakan “devlet terörü” had safhada; hukuksuzluk ve işkence diz boyu... Polis desen bütün kanunsuzluklar onda; haraççılık, işkence, yargısız infaz, rüşvet vs...Yani, halkın polise güveni tam(!)... Devletin tepesinde talanlar, vurgunlar, yetki kargaşaları devam ediyor...Haysiyetsizlik, şahsiyetsizlik, idraksizlik, ikiyüzlülük, laçkalık, yolsuzluk... Kemalist devletin özendirdiği insan tipinin özellikleri... Devletin en tepesinden, bakan ve bürokratlara kadar yiyici, vurguncu, mason ve loteryen dolu...Devlet malı deniz, yemeyen domuz olmuş zaten...

İhtilâlci güçleri sevindiren durum şu: Toplumun her katmanı rejimden desteğini çekmiş, "yıkılırsa yıkılsın bana ne!" anlayışında... Halk devlete kesin olarak güvenmiyor; devletin polisine, askerine, jandarmasına, mahkemesine, savcısına, vergi memuruna ve hatta seçtiği milletvekiline dahi güvenmiyor.

Devlet ırkçı politikalar sayesinde Doğu ve Güneydoğu'da tamamen silindi; Kürdistan PKK'dan soruluyor. T.C.'nin ordusu Güneydoğu'da batağa saplandı; "bir avuç eşkıya" dedikleri PKK karşısında kontrolü kaybetmiş, dağılmış vaziyette... Devletin otoritesi bir kere yırtıldı mı, artık gün ihtilâlci güçlere doğuyor... Doğu'da, PKK'ya bir şey yapamayan ordu, Batı’da halkın namusuna dil uzatıyor. Kırklareli ve Bolu-Seren'deki olaylar ve halkın tepkisi bunu gösteriyor. Devletin polisi, askeri öldürülüyor, halkın umrunda değil. Hatta, “bir şey yaptı ki öldürüldü” diyor. Askeriye’de namaz kılan, eşi başörtülü olan subaylar takibe uğrayıp ihraç edilirken, generaller de peşpeşe katlediliyor... Sık sık yapılan askerî darbeler de çözüm olmuyor; bunalımı daha çok artırıyor... 12 Eylül’ün PKK'nın ebesi olması gibi...

70 senedir halkına silah çeken, üzerine ordu gönderen, şapka giymedi diye Hamidiye zırhlısı ile halkını topa tutan, darağaçları kuran, işkencehanelerde gençleri ağırlayan Batı uşağı bu rejim son günlerinde... Cenazesinin kaldırılmasını bekliyor.
Bu rejim 70 senedir, zulüm ve baskı altında tuttuğu, idrakini iğdiş ettiği insanların hiçbirisine, ne Türk, ne de Kürt halkına huzur ve güven verdi. Netice olarak, rejim kaos durumunda... Öyle ki, acziyetinden 2. Cumhuriyet tartışmaları bile başlattı...
Toplumun tam bir kaos durumu arzetmesi “ihtilal durumu” şartlarının uygunluğunu gösterir... Öyle ki, durum tesbiti yapacak bir anlayış dahi kalmamış; “his iptali” durumu... Yani adam ağır hasta, fakat hasta olduğunu idrak edemiyor ve ölüme doğru güle-oynaya gidiyor. Hatta ağır hastanın ölmeden önceki sahte iyileşmesi gibi çok sıhhatli olduğunu zannediyor. Üstad, “Çöle İnen Nur”da Allah Resûlü'nün geldiği cahiliye devrini tahlil ettikten sonra şu terkibi hükmü koyar: “O ân bu kadar nazik ve nezaket bu kadar büyük olunca mutlaka bir inkılâba, inkılâbların inkılâbına alamet...” Şu an bizde de “ihtilâl durumu” kıvamı yerinde, sıra inkılâbında...

Türkiye'nin bu gün geldiği kaos, tam bir "ihtilâl durumu" arz etmekte; yeni bir dünya görüşü sahibi için, şartlar fevkalade verimkâr olmaktadır.

Mevcut rejimin nizamı yerindeyse, huzur ve güven ortamı her yerde geçerli ise rejim karşıtları için iş zor demektir. Çünkü hayatından memnun olan halk, ne kadar haklı dahi olsa rejim karşıtı yeni bir dünya görüşüne ilgi göstermez ve istemez. Demek ki "ihtilâl yolu" için birinci şart mevcut rejimin nizamının yerinde olmaması;  yani "ihtilâl durumu" şartlarının oluşması. Bunun için ihtilâlci güçler huzursuzluğu ve bunalımı desteklerler ve hatta icad ederler; mevcut huzursuzluktan istifade ederler. Mevcut rejime karşı olanlar "huzur ve güven ortamı" tekerlemesine başvurarak, anarşiye karşı tavır alırlarsa kendi sonlarını hazırlarlar. Zaten mevcut düzeni yıkmaya talip olan ihtilâlci güçlerin düzene karşı pozisyonları anarşist, asi ve hatta teröristtir. Çünkü mevcut rejime karşı gelmek onun huzur ve güven ortamını bozmak demektir. Mevcut zulüm düzenine karşı alınan tavırlar onun huzur ve güvenini bozmayı icap ettirir. Bu başka türlü de olmaz. Anarşi; mevcut düzeni sarsıcı her hareketin adı olduğuna göre, ihtilâlci güçlerin “huzur ve güven ortamı” tekerlemelerine başvurması düşünülemez. 

Bizim anlayışımıza göre, Büyük Doğu Bayrağı dalgalanan yerde huzur vardır. Bunun dalgalanmadığı yerdeki “huzur” bize göre değildir; bilakis bizim için huzursuzluk kaynağıdır. Sonunda ölüm ve zindan dahi olsa; ancak bu bayrağı dalgalandırmanın kavgası bize huzur verir.

İhtilâlci kadro, toplum katmanlarının rejime karşı her türlü memnuniyetsizliklerini ifadelendirir. Onları bir havuzda toplar; kendi dil çarşafına silkeler. Böylece büyük bir güç oluşmuş olur... Kendi dünya görüşümüze aykırı dahi olsa, rejime muhalif güçlerle aleni veya zımni bir ittifak içinde bulunmak strateji gereğidir. Çünkü mevcut rejimin bir hedefi de kendisine muhalif güçleri birbirine kırdırmaktır. Karşıtlarını bu oyuna getirip kendi ayakta kalma hesapları yapar; 12 Eylül’den önceki sol­sağ çatışmalarında olduğu gibi... İran'da da şaha karşı mollalarla komünist Tudeh Partisi ittifak edip onu devirdi. Tudeh, güçlü teşkilâtıyla, eylem birikimiyle, ihtilâlci tavrıyla devrimi kotaran idi; sonra mollalar bunun üzerine kondu... Devrimiz “ittifak” devridir, bunu da belirtelim...

Kemalist devletin yırtılan otoritesinden istifade etmek yerine Kemalist devleti takviye edici politikalar izlemek İslâm inkılâbının karşısında yer almaktır. Çünkü böyle politikalar izleyip düzene alet olanlar ihtilalci tavırdan uzaktır. Böylelerinin İslâm ihtilâl inkılâbı yoluyla ilgisi yoktur; lafta “var” deseler dahi...

Korkak ve uzlaşmacı tavırlarını İslâm’a izafe edip, “İslâm, kardeşlik ve huzur dinidir" tekerlemeleriyle mevcut rejime arka çıkanlar İslâm inkılâbının düşmanıdırlar. Menfaatlerini ve huzurlarını rejimin ayakta kalmasına göre ayarlayan, kemalistlerden çok rejime dua ve destekte bulunan sözde Müslüman, işbirlikçi-hainlerdir bunlar. Mesela: Devletçi politikalar izleyen İslâmcı etiketli bazı çevreler, PKK'ya karşı T.C.’nin ağzını kullanarak lâik­Kemalist rejimle aynı saflarda, Kemalist devletin “bölünmez bütünlüğünü” sağlama çabasındalar. İslâm düşmanı lâik rejimin bütünlüğü sanki bizim derdimiz gibi... Müslümanların kanları üzerine kurulan Kemalist rejim, bugün devamlı kan kaybetmektedir. Bize ise, onun kaybını zevkle izlemek ve hızlandırmak düşer... Kanımızı akıtanların kanının akması ancak hoşumuza gider... İskilipli Atıf Hoca'nın, Şeyh Said'in, Şeyh Esad Efendi'nin, İstiklal Mahkemeleri’nde asılanların, Dersim'de katledilenlerin kanının davacısıyız. Bunların intikamını hiçbir Müslümanın unutmaya hakkı yoktur.

Müslümanlara, rejimi payandalamak görevi değil; bilakis rejimin yıkılış sürecini hızlandırmak düşer. Rejime vurulan darbeler, kimden gelirse gelsin alkışlamamız ve takviye etmemiz gereken tavırlardır. Devletçi tavır ortaya koyanlar; ne kadar “Kelime-i Şehadet getiriyorum, namaz kılıyorum" dese dahi, tavır ve davranışları kimden yanaysa ona göre değerlendirilecektir. Rejimle beraber tavır alanlar İslâm inkılâbçısının imha hedefidir. Şekli, kıyafeti, ismi ne olursa olsun. Şu bilinmelidir ki, enkazın altından çekilmeyen onun altında kalır.

Her türlü meseleyi İslâm’a göre ifadelendirmek, bir dili kurmak sistemli dünya görüşü işidir. Müslümanların kendilerini ifadelendirebilecekleri dili de, İslâm'a muhatap anlayışı temsil eden İBDA kurmuştur. Zaten etrafımızda böyle bir dil kuran ve bunun eylemini gerçekleştiren yok. Dolayısıyla İBDA şemsiyesi altında ihtilâlci gençlik, kendi hissiyatının ifadesini bulmaktadır.

İBDA  fikriyatı  ihtilalci dünya görüşüne ve bunun ihtilalci diline sahiptir. Eşya ve hadiselere yeni bir bakış tarzı-kültürü oluşturmayan, bunun dil ve  anlayışını ortaya  koyamayan her ne kadar “mevcut rejime karşıyım” dese dahi o kültürün doneleriyle ona karşı çıkmaktan ileri gidemez. “Şuur süzgeci” davasının ehemmiyeti buradadır. Bu oluşturulmadan yapılan karşı tavırlar o kültürü kuvvetlendirmekten başka bir işe yaramaz. İçimizdeki ve dışımızdaki grupların düştükleri durum buna misaldir.

İhtilâlci dil derken tağut-müstekbir gibi birkaç kelimeyi sıralamayı kastetmiyoruz. Eşya ve hadiselere bakış tarzı kazandıran yeni bir dünya görüşü ve bunun olaylara damgasını vuran diyalektik dilinden bahsediyoruz... Bu yeni dili önce özümlemekte zorluk çekilir; fakat bir kere tuttu mu artık sirayet eder, gider. Ve ihtilalci kadro kendiliğinden oluşur. Bu dil fetih ve sirayet edicidir; her sahayı kuşatıcıdır.

Dünya görüşümüzün İhtilâlci dili; zıddını dahi kendi diyalektiğine devşirmeyi, içinde ve dışındakileri dava için kullanma ve istismar (semerelendirme) etmeyi gerektirir. Yani, hedefleri doğrultusunda provoke eder. İBDA'nın “her grubu olduğu yerde sıçratma" anlayış ve siyaseti, içimizdeki cemaatlerin olduğu hâl ile geçmişi arasındaki fark, İBDA'nın telif hakkı olduğunu gösterir. İsterse bunun farkında olmasınlar veya inkar etsinler. Bu mevzuda İBDA'nın önce red ve inkar edilen politikalarının kabul ve revaç gördüğü birçok misal verebiliriz... Dünya görüşümüzün bu dil ve diyalektiği sayesinde bilerek veya bilmeyerek cephemiz rolü oynayan birçok grup vardır. İBDA, öyle bir dil ve diyalektik geliştirmiştir ki, her şeyi hasrı içine almıştır. Kimse “bu nasıl oluyor?” diye kıskanmasın, zorlanmasın. Bu "yüzyıl diyalektiğidir". Bu dil ve diyalektiği kuşandığı için "İBDA'cılık ayrıcalıktır" diyoruz.

İhtilâlci dil; şuurlara alternatif vermektir, imha hedefleri göstermek, çevik bir diyalektikle dost ve düşman kutuplarını ayırmak, kitleleri yönlendirmek ve hissiyatını ifadelendirmek, gençliği motive etmek, olayların içyüzlerini ortaya çıkarmak, her şeyi istismar edecek bir diyalektik geliştirmek, karşındakine anında ve devamlı cevap verebilmek, onun çelişkileri ve zayıf noktaları üzerine çullanmak, bütün olamayış ve bunalımların çaresini kendinde göstermektir... Bunlar ihtilâlci dilimizin özelliklerindendir. İBDA'nın dili tüm sahte kahramanları ve sahte dengeleri yıkar.

Hadiselerin önünden giden dil ve anlayış sahibi İBDA Mimarı’nın, Körfez Krizi’nin hemen başında Cuma Dergisindeki, tarihî bir kıymete haiz röportajında; doğruluğunu daha sonra gelişen vakıaların ispatladığı birçok tespitten başka mevzumuzla alakalı şu sözünü aktaralım: “Benim için mühim olan, hadisenin içyüzünü yakalamak ve bunu İslâm hareketin motive edici yakıtı olarak kullanabilmek dedim... Bu, bir fikir ve aksiyon adamı tavrıdır; yani, hadiseleri raksettiren manayı yakalamak, teferruatı kendine bağlayıcı aslolan keyfiyeti okumak...Cesedin kendine tâbi olduğu ruhu bulmak...” 

Onun için hadiselerin ardından değil, önünden giden; hadiselerin bağlı olduğu bir fikir mihrakıdır. Ne yaptığının şuurunda tek örgüttür İBDA. Bu yüzden de devamlı aksiyoner olmuştur; dışımızdaki birçok cemaat gibi reaksiyoner değil... “Hadiseleri raksettiren keyfiyet”e, “Tilki Günlüğü”ndeki şu misali verelim: “Deniz dalgalandıkça, ışığı onda seyreden, ışığı da dalgalanıyor görür...” Demek ki, bu yanılmaya düşmeyen İBDA, denize değil doğrudan ışığa bakan fikir mihrakıdır... İşte misaller: Hadiselere seyirci değil, önünde gelen militan çizgisi: Gölge, Akıncı Güç, türban olaylarının kıvılcımının ateşlenmesi, Körfez Savaşı’ndaki öncü militan tavrı, İslamcı camiada ilk defa polis ve askere tavır koyması vs... İBDA'ya ait örneklerden birkaçıdır.

İhtilâlci tavır mevzuunda şöyle bir misal verebiliriz: Said-i Nursi'nin gözünü budaktan sakınmayan, ömrü zindanlarda geçen militan tavrı nerede, şimdiki bazı Nurcuların, Said-i Nursi'nin yıllarca zulmüne maruz kaldığı Kemalist devletle uzlaşan tavırları nerede? Bugün Said-i Nursi'nin yoluna en layık gençlik İBDA gençliğidir. Nurcuların çoğu neden Said-i Nursi'nin yolunu ve mirasını terketti? Bunun üzerinde durmak gerek...

Hadiseler o kadar hızlı akıyor ki, peşine takılıp kalmamak için her an değişen ve gelişen hadiselerin üzerine bir ağ atmak gerek. Bu ağ İBDA diyalektiğidir...

Hadiselere karşı seyirci ve geveze değil, tuttuğu tarafın aktif oyuncusu olarak katılmak... İşte İBDA'nın ihtilâlci dil ve tavrı...
 
 Taraf. 19. Sayı Eylül 1992