Hukuk, toplum hayatını düzenleyen bir sistem olarak kabul edilmektedir. Burada hukukun toplum hayatına ve bu hayatı hazırlayan ve şekillendiren değer ve geleneklere ters düşmemesi gerekir.
Hukuk ve Değerler
Hukuk, insan ve toplumu, belli bir düzene sokup, başkalarına baskı ve haksızlık yapılmamasını ve çeşitli alanlarda belli kurallar dahilinde hareket edilmesini sağlayan “normatif” bir sistemdir. Burada norm kelimesi, kişileri belli kurallara uymaya mecbur eden fakat, toplumun istek ve iradesiyle kabul edilmiş kurallar manasına gelmektedir.
Sosyal değerler ise; din, ahlak ve kültür gibi bütün normlar sistemlerinin temelinde bulunan inanış ve davranış türüdür. Bu yüzden, herhangi bir hukuk sisteminde, sistemin; o sistemin kaynağında bulunan prensiplere ve anlayışlara ters düşmemesi gerekir. Fakat, günümüz modern hukuk sisteminin, bizzat kendine temel olan ve toplumun iradesinden kaynaklanmış değerler sistemine uygun olmadığını görüyoruz.
Hukuk, sosyal bir sistemdir. Yani, değerlerini ve gücünü o toplumun insanından alan bir niteliğe sahiptir. Modern hukuk ise, çoğunlukla belli bir hukuk kesimi tarafından belirlenen kurallar ile ortaya çıkmakta, toplumdan ve toplumun ahlak, din ve kültür değerlerinden çok az kurala sahip bulunmaktadır. Böyle bir durumda, hukukun; belli “seçkinler topluluğu”nun iradesine bağlı bir norm olduğu görülmektedir. Özellikle, hukuk çalışmalarının hükümetlerin kontrolü altında yapılmasını da gözönüne aldığımızda, “siyasetçi ve hukukçu seçkinler”in iradesi ile gerçekleştiğini belirtmek mümkündür.
Halkın görüş ve değerlerine bağlı olmayan rejimlerde, hukukçu kesiminin de, büyük ölçüde siyasi güce ve onun iradesine bağlı hareket ettiğini kabul ettiğimizde, problemin daha büyük bir şekilde karşımıza çıktığını görebilmekteyiz.
Demokratik rejim olarak adlandırılan günümüz siyasi sistemlerinde, hukuki kuralların çoğunlukla hükümeti oluşturan siyasi partiler tarafından koyulduğunu ve değiştirildiğini biliyoruz. Bu durumda hukuk; siyasi gücün elinde ve onların istediği istikamette gelişen bir müessese olmaktadır. Bu durum, hukukun asıl kaynağını alması gereken değer ve geleneklerden uzaklaştığı da açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
Normlar ve Halkın İnsiyatifi
Normlar sisteminin, siyasi ve iktisadi olmaktan çok; “değer merkezli” olduğunu yukarıda belirtmiştim. Rönesans dönemi öncesi Avrupa’da, İslam toplumlarında da, Hz. Muhammed (s) ile birlikte, ilahi hukuk sistemlerinin hakim olduğunu ve bu sistemin de, doğrudan doğruya insanı hedef alan bir ilişki düzeni ile gerçekleştiğini biliyoruz. Bunun bir diğer ifadesi, sosyal nitelikli sistemlerin, devletin eliyle değil, toplumun konsensüs”u ile gerçekleşme durumu söz konusudur. İslam hukuku, özellikle toplumu ilgilendiren konularda, toplumun görüş ve düşüncelerinin alınmasını öngörmektedir. Dolayısıyla hukuk, ne hükümetlerin, ne de belli ihtisas gruplarının tek başlarına gerçekleştirmeye çalıştıkları bir sistem olamamaktadır.
Belki bazı kişi veya kesimler, İlahi sistemin geride kaldığını ve günümüz için geçerli olamayacağını söyleyebilir. Fakat, şunu bilelim ki; insan duygu, düşünce ve ahlaki özellikleri ile belli dejenerasyonlara uğramışsa da, aynı insandır. Yani toplumlar, bugün de normlar sistemine (din, ahlak, gelenek) bağlı olarak hareket etmektedirler. Hukuk, toplumların birbirleri ile olan ilişkilerini değil, herhangi hak ihlali veya zorbalık durumunda devreye giren bir müessesedir. Toplumun tabii hayatını, “normlar sistemi” düzenlemektedir.
İşin gerçeğine inmemiz gerekirse, Batı toplumunda Rönesans, Reform ve Modernleşme hareketlerinde, insanı, bu normlar sisteminde uzaklaştırma çabalarının yer aldığı ve toplumların karar verme insiyatiflerinin, halkın elinden alındığını söylememiz, hatalı bir değerlendirme olmayacaktır. Çünkü, bu üç hareket te de, eski kural ve anlayışlardan uzaklaşma tavrı bulunmaktadır.
Halbuki, bir fikir ve uygulama, eskisinden daha iyi bir durumda ise, onun eskiyi karalama veya onun hükmünü ortadan kaldırmaya ihtiyacı yoktur. Bu yüzden, insan aklına dayalı ideolojik teori ve sistemlerin, günümüz meselelerini çözmede ne kadar yetersiz kaldığı ve ilahi ve normlar sistemlerinin, tarihi tercrübelerinden faydalanma düşüncesinde olmadığı görülmektedir. Hukuk gibi, toplumların kaderini belirleyen bir sistemin, Batı kaynaklı tecrübeleri uygulamak değil, sosyal normalarımızı dikkate alan bir niteliğe kavuşması, hayati önem taşımaktadır.
Prof. Dr. Sami Şener, Mirat Haber