Siyonist Yahudilerin 80 senelik fiili Filistin zulmünün yanında son senelerde BM kararlarını çiğnemesi, sürekli Mescid-i Aksa baskınları, her gün onlarca Filistinliyi katletmesi, her gün hukuksuz ve keyfi yere tutuklamalar Filistin topraklarının her bölgesini yerleşim yeriyle doldurması sonucu, 7 Ekim 2023 tarihinde Aksa Tufanı ile İsrail’e büyük bir operasyon düzenlendi.

Yani seküler Batıcı Kemalistlerin ideolojileri gereği Yahudileri aklamak üzere söylediği “7 Ekim 2023’te Hamas’ın yaptığı operasyondan sonra İsrail’in saldırısı başladı” yalanındaki gibi olmadı.

Bunun apaçık örneklerinden biri şu an Gazze’ye yapılan zulmü aratmayacak biçimde 1948 yılında yine Yahudiler eliyle yapılan zulümdür.

Büyük Doğu Dergisi’nin 15. devresinin 7. sayısında (17 Şubat 1971) Ali Genceli tarafından kaleme alınan bir haberde İsrail'in Filistin topraklarındaki Araplara karşı uyguladığı zulümler, baskılar politikaları; 1948'de Der Yasin köyünde yapılan katliamdan başlayarak, Kibye ve Kefri köylerinde gerçekleştirilen katliamlar ele alınıyor ve İsrail'in Araplara yönelik sistematik baskı politikaları ve askerî mahkemelerin keyfi uygulamaları gözler önüne seriliyor.

İşte o haber:

Filistin topraklarında yerleşen İsrail'in ilk işi, orada, Hazret-i Ömer devrinde başlayan Arap, yani İslam medeniyeti izlerini silmeye ve Arap unsurunu yok etmeye davranmak olmuştur.

Deir Yasin Katliamı - 9 Nisan 1948

1948 yılı 9 Nisan akşamı, bir Arap köyü olan Der Yasin'de halk, ansızın radyo mikrofonlarından şu haykırışı duydu:

"Der Yasin köyü halkı, hemen ve hiçbir gecikme mazeretine başvurmaksızın köyü boşaltacaktır!!!"

Telaşla sokaklarda toplanan halk bir de ne görsün: Köyün çevresi Yahudi çeteleri tarafından sarıldı!..

Yahudiler, ellerinde tarayıcı silahlar, birbirine yapışık şekilde köye giriyorlar ve katl-i amâ başlıyorlar... Genç kız ve kadınlara, elleri ve ayakları bağlanmak suretiyle tecavüz ediliyor, gebe kadınların süngülerle karınları deşilerek çocukları süngülere takılıyor ve misilsiz alçaklıkta bir katliamdır, gidiyor.

Bu saldırıda 250 Arap, koyunlar gibi kesilmiştir. Bazı canlı kalan Araplar, mafsallarını kesip, karınlarını yarıp, gözlerini oyduktan sonra, şehit etmişlerdir. Meme emen çocukları annelerinin koynunda, gözlerinin önünde vahşice kesmişlerdir.

Bu 250 şehitten 25’i, diri diri süngü ile karınları yarılan gebe kadın, 52’si annelerinin gözleri önünde mafsalları kesilip sonra da koyun gibi boğazlanarak, başları annelerinin kucaklarına atılan çocuklardır. Daha sonra da anneleri şehit edilmiştir. Bunlardan başka 60 kadın ve genç kız şehit edilmiştir.

Bununla da yetinmeyen bu canavarlar, hayatta kalan ne kadar Arap kadını, kızı varsa bir araya toplayıp, anadan doğma çırılçıplak soyup, açık arabalara doldurarak Kudüs’ün Yahudi mahallelerini dolaştırmışlardır. Zavallı Arap kadın ve kızları vahşi halkın alay, hakaret ve tecavüzüne maruz kalmışlardır.

Bu korkunç cinayet bütün dünyayı sarstı ve alakalılar uluslararası Kızıl Haç derneğine çağrıda bulundu. Bu çağrı üzerine Kızıl Haç derneğinin mümessili (Mr. Jack Regoine) Yahudi hükümetinden katliam mıntıkasını ziyaret etmek için izin istedi. İlgili vekalet mümessili onu oyaladı. Bundan gaye, bu müddet içinde cinayetin izlerini ortadan kaldırmaktı... Ne yaptılar? Param-parça eyledikleri kurbanlarının cesetlerini toplayarak, köydeki kuyuların birine doldurdular, kuyunun ağzını taşla kapattılar. Ayrıca Kızıl Haç mümessili cesetleri bulmasın diye mıntakanın şeklini değiştirdiler. Fakat mümessil kuyuyu buldu ve içinden vahşice parçalanmış 150 tane kadın, çocuk cesedi çıkardı.

Kızıl Haç mümessili bunları görünce şaşkına döndü! Gördüklerini ancak şu şekilde ifade edebildi: "Durum pek korkunçtur!" Kuyuda bulduğu cesetlerden maada yanan evlerde iskeletler...

Kızıl Haç mümessili, cesetler arasında henüz yaşayan 6 yaşında bir kız çocuğu bulmuş ve onu, öz vasıtasıyla hastahaneye kaldırmıştır.

Hadise İngiliz Avam Kamarasına kadar intikal etmiş ve İngilizlerin sömürge işlerine bakan Nâzır, kürsüden Yahudileri en ağır şekilde suçlandırmıştır.

Aradan 5 yıl geçtikten sonra yeni bir katliam...

Kibya Köyü Katliamı - 12 Ekim 1953

14/10/1953 tarihinde bir İsrail silahlı birliği Kibye köyüne hücuma geçmiştir. İsrail topçu birlikleri, içinde insan bulunan köyün bütün evlerini toplarla dövmüştür. Köy halkının bir kısmı enkaz altında ölmüş, diğer sağ kalan kısmı ise yahudi askerleri, kadın, çocuk, ihtiyar, genç demeden hepsini şehit etmişlerdir. Bu hadiseden topçu birlikleri 41 evi tamamen harap, ayrıca köyün içme suyu deposunu da berheva etmiştir.

Hadiseyi ele alan (Hadley Kuk) isimli İngiliz muharriri "İsrail nimet ve felaketi" adlı eserinde bu zulümleri acı dille takbih eder.

Kefr Kasım katliamı - 29 Ekim 1956

Üçüncü katliam Kefri hadisesi...

Kefri, işgal altındaki arazide bir köydür. Bu köyün sakinleri Araptır. 29/10/1956, Mısır’a yapılan üçlü saldırının ilk günüdür. Bugünün akşamında yahudi emniyet kuvvetleri tarlalarından dönmekte olan köy halkından 51'inin kanına girmişlerdir. Şehitlerin 12'si kadın, kız, 10 tanesi 14-17 yaşları arasında masumlar... Ayrıca 13 kişi de ağır surette yaralanmıştır.

Buraya kadar sadece ve düpedüz, Yahudilerin İslâma karşı hınçları yüzünden Araplara yaptıkları zulümleri gördük. Bir de, rejim ve resmî idare halinde onların devamlı ve cehennemi bir zulmü vardır ki, hemen hiçbir (totaliter) ülkede görülmemiştir.

Bu mevzuda, uluslararası barış komisyonu Başkanı (Dr. Johnson) un yardımcısı (Don Pertiz) in "İsrail ve Filistinli Araplar" adlı kitabına bir göz atalım! Kitabın bölümlerinden birinde şu başlık:

İSRAİL’DEKİ ARAP AZINLIĞI VE ÂSÂYİŞ KONUSU

Peşinden yazı:

“Anadolu’dan Gazze’ye: Bir Nefes” programları başlıyor “Anadolu’dan Gazze’ye: Bir Nefes” programları başlıyor

"İsrail’deki Araplar türlü bağlar ve kanunların pençesi altında kıvranarak yaşamaktadırlar. İsrail askerî makamları herhangi bir Arabın mallarını müsadere edebildiği gibi herhangi bir Arabı yurdundan uzaklaştıracak güce de sahiptir. Yine bu makamlar için bir köyü yerinden alarak başka bir yere nakletmek gayet basit bir konudur. Meselâ İsrail Savunma Bakanının bir bölgeyi emniyet bölgesi ilan etmesi üzerine o bölgedeki insanlar mahpus halini alarak sorumlu kimselerden izin almadıkça 14 gün o bölgeden dışarı çıkamazlar. Ayrıca izin almaksızın bu bölgeye girmek isteyen Araplar bir yıl hapis cezasına çarpılırlar, yahut 500 sterlin para cezası veya her iki cezaya birlikte çarpılırlar."

(Pertiz), sözlerine devamla... İsrail'deki Arap azınlığına tatbik edilmekte olan baskı usullerini açıklayarak şunları söylüyor:

"İsrail Savunma Bakanı bütün mıntıkalarda kayıtsız şartsız yetkiye sahip olup askerî mahkemeler kurmaktadır. Herhangi bir subay, halkın güvenliğini çiğneyerek, tutuklamalar yapıp 48 saat zarfında halkı mahkemeye çekebilir. Mahkemeler gizli olarak hızla cereyan etmektedir. Ayrıca mahkemelerin vermiş olduğu hüküm hiçbir makamca iptal edilemez.

Askerî makamlar, güvenlik perdesi altında dilediği araziye el koyabilir, yahut dilediği evi, içindeki mobilyası ile birlikte müsadere edebilir; ve el koyduğu mallarda dilediği gibi tasarruf eder. Askerî mahkemeler halkı yerlerinden yurtlarından alarak kamplara yerleştirir ve o mıntıka halkı bu kampların masrafını ödemek zorunda tutulur.

Herhangi bir mıntıka, kapalı mıntıka ilan edildiği takdirde, askerî mahkemelerin, sokağa çıkma yasağı ilan etmek, Posta, Telefon, Telgraf hizmetlerini yahut diğer genel hizmetleri durdurmak yetkisindendir. Kapalı mıntıkalara katiyetle giriş ve çıkış yasaktır. Böylece görülüyor ki, çiftçiler tarlalarına gidemeyecekler ve arazileri ellerinden alınacaktır."

Yahudilerin, Din Bakanlıkları marifetiyle Müslümanlık ve Hristiyanlık hareketlerine yaptıkları baskılar, katliamları kadar zalimcedir.

İsrail Ordusu

Fransızların askerî neşriyatına göre, kendi nüfus nispeti göz önüne alınacak olursa, dünyanın en çabuk seferber olan askeri İsrail ordusudur. Bütün tarihleri boyunca askerliğe en uzak yaşayan bu millet, nihayet kurduğu maket devlet çerçevesinde o türlü çalışmaya başladı ki, maket ordusunu Prusya nizamından üstün bir seviyeye çıkarmıştır. 2.5 milyonluk nüfusuna nazaran 100-150 bini geçmeyen seyyar ordusu nümunelik bir kıymettedir denilebilir. Buna karşılık etrafındaki Arapların yekûnu en aşağı 40 milyon ve orduları da o nispette olmak lazım geldiği düşünülecek olursa, İsrail ordusunun üstünlüğü esef ve ıstırapla anlaşılır.