Türkiye, başına gelen bunca badireye rağmen mahyalarında hâlâ “menfaat, menfaat, menfaat” yazan ülke... Menfaat elde etmenin bile bir çilesi, bir haysiyeti olur, Türkiye’de o da yok. Çalışarak, üreterek, iktisad ederek değil; rant, ihale, distribütörlük ve sair ne kadar ucuzundan köşe dönme yolu varsa, vıcık vıcık bir ahlâksızlığın eşlik ettiği menfaat... Ahlâkî düşüklük bu işin fıtratında var; çünkü, servet bu ülkede hâlen devlet eliyle dağıtılıyor ve bu dağıtım işinde gözetilen biricik kriter, dalkavukluk. İşin acayib tarafı, hukukçusu, siyasetçisi, gazetecisi, ekonomisti, eğitimcisi, kimi tarikatçısı ve ekonomisti de dâhil, Türkiye’deki orta ve üst gelir sınıfını ortak paydada buluşturmasını bilmiş yegâne müşterek, maalesef yine menfaat. 

Fikir, fikir, fikir... Üstad Necib Fazıl’ın derdi de aynıydı, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun da... Fikirdir ki şartları tahlil edecek, teşhis edecek ve imkânlarını terkib ederek, aksiyon ile tatbik edecek... Bizde maaşallah tahlil ve teşhis yerinde. TÜSİAD çatısı altında bir araya gelmiş Müslüman Anadolu düşmanı 3000 ailenin, son bir iki senedir ellerindeki varlıkları azar azar dövize çevirip peyderpey yurt dışına kaçırdığı teşhis edilmiş ve buna bakarak, arkasından bir operasyon geleceği tahmin edilmiş. Karşılık olarak, senelerdir memleket ve milletin sırtından kazandıklarıyla zengin olup, bugün memlekete yapılan operasyona güle oynaya eşlik eden bu güruhun gırtlağına çökülüp, bu topraklardan kazandıkları para ellerinden alınıp hesab sorulacağı yerde, tedbir olarak erken seçime gidilmiş. Yazık, gerçekten yazık. Yahu, hadi Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş gibi sancılı bir süreçteydik de gereken yapılmadı, seçime gittiniz diyelim; seçimlerin üzerinden iki ay geçti, bir de üstüne göstere göstere operasyon yedik, hâlâ gereğini yapmak için beklemek de neyin nesi? Sistem ve seçim bahsinde altını kalın çizgilerle çizerek ikaz etmiştik; bundan sonra “arkasına sığınacak bir bahane yok”, diye.

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, Pazartesi günü için, “piyasaları rahatlatacak aksiyon planı devreye girecek” demişti. Piyasa, rahatlık, plan ve saireyi bir kenara bırakalım ve şu aksiyon bahsine odaklanalım. Aksiyon, içe doğru ruhî oluş, dışa doğru bunun tamimi ve eşya ve hadiseler üzerinde fikrin pıhtılaştırılması. 

Peki, Pazartesi günü hangi fikrin Türkiye ekonomisi üzerinde pıhtılaştırıldığını gördünüz? Dilimizde tüy bitti! Türkiye, merkeze bir fikir alıp da o fikrin aksiyonunu yapacağı yerde, senelerdir hâlâ reaksiyon peşinde. Dış güçler, hainler, işbirlikçiler, Siyonistler, Yahudiler ve Evanjelikler gelecek, bu ülkeyi hedef alacaklar ki ülke de buna karşı ancak saldırıyı bertaraf edecek derecede bir hamle kudretine erecek, reaksiyon gösterecek. Saldırı olmadığında da oturup bekleyecek. Ki bakın bundan da beteri, eğer kur yeniden eski seviyesine iner ve o şekilde seyredecek olursa, kimse, bizim ekonomik zaafımız neydi, bir daha başımıza böyle bir şey gelmemesi için ne gibi tedbirler almak lazım, ekonomik sistemimizin yapısında ne gibi değişikliklere ihtiyaç var, diye düşünme çilesine bile girmeyecek. Korkarım ki aynı tas aynı hamam yola devam edilecek, ta ki bir dahaki operasyona kadar. Dişi tabiatın devlet planında billurlaşmış hâli... Aksiyoner kimliği ile üç kıtanın tarihine damga vurmuş bir milletin bugünkü devletinin acziyeti; kabul edilebilir gibi değil.

Fikir

Sistem çapındaki bir fikri merkeze almak, o fikrin anlayışı gözüyle eşya ve hadiseleri bir bütün olarak değerlendirmek, buna göre ruhî oluşu tamama erdirmek ve dışa doğru, artık “olmuş” olanı eşya ve hadiselere tatbik etmek suretiyle tebliğ etmek; aksiyon budur ve fikirle iç içe bir bütündür.

Peki, hangi fikir?

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri devletin fikir ve aksiyonuna dayanak teşkil eden Batı taklitçisi zihniyetin, bizi, dışarıdan gelen bütün operasyonlara açık hedef olmamıza sebeb olduğu aşikâr. Bunca askerî darbe, ekonomik kriz, bürokratik saldırı ve terörün başımıza belâ olmasını yalnız Türkiye’nin coğrafî konumuna bağlamak ahmaklık olur. Türkiye, kendi kendisine zerk ettiği Batıcılık zehrinin tesiriyle aksiyoner kimliğini ve hafızasını kaybetmiş, ancak refleks diye tanımlanabilecek hareketler -ısıran bir böceğin gayr-ı ihtiyari bir hareketle kovulması gibi- sergilemek suretiyle kendisini hedef alan saldırılara reaksiyon göstererek hayatta kalmaya çalışmış, çalışmaktadır.

Osmanlı Devleti, bahsettiğimiz gibi bir fikir merkezinde zamanın ruhuna göre müesseseleştiği içindir ki üç kıta yedi denize hâkim olmuş; ve fikir yerli yerinde durduğu hâlde zamanın ruhunu kaçırdığı için de yıkılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’ndeyse ne fikir, ne zamanın ruhu... Bugün çekilen tüm sancıların kaynağı budur. Bu hakikatin layıkıyla idrak edilmesi için başımıza daha ne gelmesi gerekiyor?

Paçavra Darbesinin Şifreleri

Evvelâ adını neden “paçavra darbesi” koyduğumuzu izah edelim. Muhakkak birden fazla sebebimiz var; fakat en başta, adı ister Amerikan Doları, ister Türk Lirası, ister Euro olsun; izafî kıymet ölçülerine değer biçen, onu canlı kılan başlıca amil hakiki değeri değil, ruhtur. Ruh, alâkalandığı şeyi canlı kılar ve ona değer biçer. Bizim içinde yetiştiğimiz çevrenin şuur seviyemizde meydana getirdiği tahribat dolayısıyladır ki, izafî değerlere layık olduklarından fazla kıymet biçmek, onu gerçek bir değermiş gibi görmek gibi bir hastalığımız var. Evet, bu bir hastalıktır, ruhî bir hastalık. Aksiyon kelimesinin anlamında geçen “içe doğru ruhî oluş”, aslında bu ve bunun gibi hastalıkların tedavisi anlamını da ihtiva etmektedir.

Amerikan paçavrası doların kıymetine gelecek olursak. Amerika’nın sinema filmlerinden tutun da silah sanayisine ve olur olmadık işgâllerine kadar giriştiği her iş, temelde bizim idraklerimizin iğdiş edilmesi ve şuur seviyemizin tahrib edilmesi suretiyle, Amerikan matbaasından çıkmış bir paçavranın putlaştırılması içindir. İbda Külliyâtına aşina olanlar hemen hatırlayacaktır; “Samiri’nin buzağı” bahsinde, ruhun alâkalandığı şeyi canlı kılmasına misal teşkil eden, böğürme hadisesinde olduğu gibi...

9-10 Ağustos tarihlerinde Türkiye ekonomisini hedef alan darbe girişimine dönecek olursak, bu, Amerika’nın, bizim fikirsizliğimiz, iğdiş edilmiş idraklerimiz ve tahrib edilmiş şuur seviyemiz sayesinde gerçekleştirebildiği bir saldırıdır. Şimdi bu satırları okuyan bir “kaz kafalı” muhakkak diyordur ki, “milletler arası ekonomi”, “ithâlata muhtacız”, “dolar cinsinden cari açık”, “bankaların dolar cinsinden borcu” ve saire... Yahu tüm bunlar zaten tek bir peşin kabule, onların, Batılıların buyurduğu, dayattığı ve bizim de şen sıpalar gibi kabul ettiğimiz hayat tarzına dayanıyor; ve “ben böyle yaşamak istemiyorum” denildiği andan itibaren ne dolar, ne milletlerarası ticaret, ne de mevcut şekliyle ekonominin pul kadar kıymeti kalmıyor; çünkü, o andan itibaren ruh artık sana dayatılanla alâkadar olmadığından, düne kadar canından aziz bildiği izafî değerler değişiyor; ve hele ki merkeze İslâm’a Muhatab anlayış alınmışsa, Mutlak olan ve Mutlak Fikir’den başka herşey bir ânda atfedilen kıymetten düşüp, lâyık olduğu bâtıla yani leşe dönüşüyor.

Şimdi böyle söyleyince herkes “evet” diyor ama iş, bu fikri merkeze alıp onun aksiyonunu gütmeye gelince, bize dayatılıyor dediğimiz konformist hayat tarzı öyle bir kıymete biniyor ki, en tepeden aşağı kadar herkes bir anda gökyüzüne bakıp ıslık çalmaya başlıyor, ta ki o paçavralardan bir deste kafasına tekrar inene kadar. 

Operasyonun Kaynağı

Türkiye’nin resmi para birimi olan Türk Lirası’nı hedef alan bir darbe girişimi gerçekleşti ve şimdilik saldırı durulmuş görünüyor. Peki, sizce devlet, bankacı ve ekonomistler bu darbe girişiminin nasıl meydana geldiğini biliyorlar mı? Evet, arkasında Amerika, Yahudi, sair dış güçler var; bu tamam da hangi yolu izleyerek Türk Lirası’nın değerini bir iki güç içinde bu kadar düşürebildiler?

Acı konuşalım, acıtsın ki ibret olsun. Türkiye Cumhuriyeti devletinin yönetimi, bankacıları ve ekonomistleri, Türkiye ekonomisine hâkim değiller. Çünkü bu ekonomik sistemi biz kurgulamadık. Kurgulamadığımız için de bu ekonominin mühendisi değil, olsa olsa şoförü ya da en fazla teknisyeniyiz. Ekonomik sisteme olan hâkimiyetimiz de direksiyon, gaz ve fren becerisinden ibaret. Sistemin geri kalanı bize, biz sisteme yabancıyız. Dolayısıyla sistemi kurgulayan ve ona hâkim olan, canı istediğinde nereden ve nasıl müdahale edeceğini bilirken, bizim gibi ülkeler müdahalenin nereden geldiğini bile anlayamıyorlar. Çünkü ezbere bakılan ekonomik verilerle, ortaya çıkan manzara arasında tezat var. Amerikan Dolarına iç piyasadan ani ve büyük bir talep yok, keza diğer para birimlerine de yok, savaş yok, kıtlık yok, borçların ödenememesi gibi bir durum yok ama Türk Lirası bütün para birimlerine karşı birden bire değer kaybetmeye başlıyor. Anlayamamaları normal; hayatı parçalar hâlinde idrak ettikleri gibi ekonomiye de bir bütün hâlinde hâkim değiller. 9-10 Ağustos’ta yaşanan, Türkiye’nin senelerdir satışını yaptığı ve kimin elinde olduğunun da bilinmesinin mümkün olmadığı Hazine Bono’su ve tahvillerin, vadesinden evvel bozdurulmaya çalışılması neticesinde gerçekleşmiştir. Vadesinden evvel bono ve tahvillerin bozdurulması, bir şirketin, çeşitli vadeler hâlinde kestiği çeklerin, üzerinde yazılı vadesi gelmeden tahsil edilmeye çalışılmasına benzer. Banka hesabındaki mevduat bu çeklerin bedelini ödemek için yeterli de olsa, vaktinden evvel çeklerin hep birden tahsile konması, o şirketin itibarını ortadan kaldırır, değerini düşürür. Türk Lirasına yapılan saldırıda izlenen ana yol budur. Sistemin işleyiş bütünü tam mânâsıyla anlaşılmadığı için hazine bonosu ve tahvil satışı, devlete göre hem itibar ve hem de borçlanma için cazip bir borçlanma şekli olarak görülüyorsa da, -çünkü Batılı ülkeler için öyle- yeri geldiğinde muazzam bir ekonomik tuzağa dönüşme potansiyelini haizdir.

Türk Lirasını hedef alan saldırının diğer cebheleriyse; Tüsiad’ın bir kaç senedir dövize çevirdiği ve yurt dışına çıkardığı varlıklar yüzünden ekonominin kütlesel direncinin düşmesi, Amerikan Başkanı Donald Trump’ın Türkiye ekonomisi üzerinde meydana getirdiği psikolojik baskı ve forex ile yabancı piyasalardan kaynaklı, Türkiye piyasasında gerçekleştirilen “fünye” vazifesi görmüş alım satımlardır. 

Kısa Vadede Aksiyon Planı

Pazar’ı Pazartesiye bağlayan gece TL’nin yeniden erimeye başlamasıyla beraber dergimizin web sayfasından kendi fikir bütünlüğümüze dayanan bir acil eylem planı yayınladık. Üzerinden daha bir saat geçmeden, sanki biz piyasada panik havası oluşturuyormuşuz gibi adı konulmadan karşı açıklamalar gelmeye başladı; hem de direkt olarak bizim listelediğimiz maddelerin bazılarının asla ve kata yapılmayacağı hakkında. Bunun bize bir cevab mahiyeti taşıdığını da şuradan biliyoruz, Cuma günü yaşanan saldırıdan o saate kadar ne devlet, ne özel sektör, ne de stratejik “düşünce” kuruluşlarından herhangi bir hamle teklifi gelmemişti. 

Bu planı dergimiz sayfalarında bulabilirsiniz.

Millî Bir Ekonomik Sistem

Öncesinde yaşananlar ve son dönemdeki Körfez Krizi, 2001 Krizi, 2008 Krizi ve son olarak şimdi yaşadığımız ekonomik kriz bize göstermektedir ki, hâkim olmadığımız ve hâkim olmamızın mümkün olmadığı bu ekonomik sistem içinde Türkiye’nin bağımsızlığını kazanması mümkün değildir. Devlet bürokrasisine sızmış FETÖ gibi memleket ve dünya iktisadında söz sahibi olmuş bu ekonomik sistem ve unsurları ortadan kaldırılıp, yerine kendimize has fikrin ekonomik sistemi inşa edilmedikçe, bu vaziyetin değişmeyeceği muhakkaktır.
Bugün yalnız bizim için değil, bütün dünya için elzem olan bir değişim ve yenilikten bahsediyoruz. Yahudi’nin elinde bir oyuncak gibi oynattığı, yeri geldiğinde çeşitli milletlere taarruz ve yeri geldiğinde muhasara etmek için işlettiği bu ekonomik sistemden kurtulmak mecburiyetindeyiz.

Dünya çapında müesses ekonomik sistemin bir borçlanma ekonomisi olduğu ve bunun da artık sürdürülemez maliyetler doğurduğu, kendi içinde tıkandığı ve yıkılmasının mukadder olduğu muhakkak. İşte asıl mesele de burada başlıyor. Biz bu ekonomik sistemin enkazı altında kalanlardan mı olacağız, yoksa kendi ekonomik sistemimizi inşa edip, işletmek suretiyle tebliğ eden mi?
Türkiye ekonomisi için Büyük Doğu İbda Mimarlarının kaleme aldığı “kurtuluş reçetesi”ni de dergimizin orta sayfasında bulabilirsiniz. Tabiî her zaman ifâde ettiğimiz üzere insanî verim sahaları bir bütündür ve onu bir bütün hâlinde ele alacak sistem çapında bir fikirle işe girişilmediği sürece, tek başına bu reçetenin uygulanması da kâfi değildir. 

***

Bu hayatın hiçbir veçhesi yaşanmaya değer bir kıymet arz etmiyor; insanlık, yediği önünde yemediği arkasında olmasına rağmen ruhî açlığını bir türlü doyurmadığı içindir ki akıllılıkla delilik arasına ip cambazı gibi ayakta durmaya çalışıyor. 

Bu düzen, mevcut hâliyle devam edemez. Bize, herkesin verimini gerekli kılacak, adil paylaşımın olduğu, demokrasi gibi zengin ve güçlünün menfaatine göre değil de Mutlak Fikir’e göre şekil alan bir hayat ve bu hayatın “muhafızı” olarak devlet gerektir. Biz, paradan yahut benzeri hiçbir metadan şahsiyet bulmak istemiyoruz, biz, şahsiyetimizin meta üzerinde tüteceği bir düzen özlüyoruz ve bedelini de her ne olursa olsun ödemeye hazırız. 


Baran Dergisi 605. Sayı