Bugün 'Dünya Engelliler Günü'... Esas engel gönüllerimizdeki önyargılarmış, artık biliyoruz bunu... İslam âleminin medeni köklerinde engelliye bakış açısı acaba nasıldı diye bir soru gelse şu özel günde zihinlerimize, diyerek başladım yazıya...
Peygamber Efendimiz, Allah'ın selamı onun ve ailesinin üzerine olsun, çok nazik bir insandı. Biz onun hayatını, çoğu kez yaşadığı meşakkatli hatıralar eşliğinde, mücadeleden yılmayan iradesi ve savaşları, yaşadığı tecrit, yoklukla dolu zorlu günleriyle okuyoruz. Ama onun hayatı, insana has pek çok detayı, hem de hiç atlanmamış yanlarıyla beşeri pek çok ayrıntıyı da birlikte barındırır...
Onun (sav) tüm insanlara karşı merhametli olduğunu pek çok kaynakta okumuşuzdur. Fakat özel gruplara, mesela çocuklara, hastalara, yetimlere ve engellilere çok daha hususi inceliklerle yaklaştığını pek de kaleme alan çıkmamıştır.
O, güzel olanı severdi. Sevdiği her şey de güzel oluverirdi. Suretin güzelliğine her daim şükreden, ama surette takılıp kalmayarak, hemen her sureti de içteki güzelliğine bağlayan, dışı içe çevirip, uzağı yakın kılan bir sevgi büyüteciydi sanki onun güzel gözleri... Çünkü o; bakan değil, görendi...
Zahir isimli sahabe mesela..."Zahir bizim çölümüzdür, biz onun şehriyiz" dediği 'kişisi''ydi Efendimiz'in (sav). "Birinin kişisi" olmak kadar yakınlık arz eden bir ifade olamaz, hele ki söz konusu son resul ise, onun şehri olabilmek mesela, nasıl bir yakınlıktır?
Hz. Zahir, bedenî kusurları yüzünden insanları kaçındırmamak adına çöle sığınmış, insanlardan kaçan, zahir olan isminin tersine hep saklayan, şehirleri değil, kuytuları tercih eden bir münzevidir aslında... Kim bilir neler yaşamış, hangi kırıcı tecritlere maruz kalmış da insanlardan sürekli kaçınmayı ve dağların-tepelerin, kum yığınlarının, çöl harabelerinin ardında kalmayı seçmişti?
Bir insanın, çevresini tedirgin etmemek adına çöle kaçması, onun uzleti olduğu kadar, bizim de gerçek yüzümüz değil miydi? Sahabe Hz. Zahir gibi, gözlerimizin acımasız elemesi yüzünden görünmez kıldıklarımızı düşünelim... Bugün Zahir olmak, heyhat dünkünden daha zordur ve çağımız 'Zahir'lerinin kaçacak bir çölü de yoktur ne yazık ki! Dün, görünmemeye mahkûm edilenler, çoğu kez bedenî engelliler iken, bugün görünmemesi gerekenler, çok daha keskin ve acımasız bir elekler çarkına tabidir. Zira günümüz güzellik algısı çok daha acımasız kriterlerle işlemekte, dayatılan "imaj" kavramı, sizi siz kılacak tüm detayları yok sayarak pürüzsüz bir tek tipliliğe davetiye çıkarmaktadır. Ne yazık ki; artık hiçbirimizin kaçacak bir çölümüz de kalmamıştır. Hepimiz, "büyük göz"ün o ağır denetim ve kontrolü altındayız.
Hz. Zahir'e yaşadığı çölden toplayacağı çiçek ve bitki köklerini Medine Pazarı'nda satabileceğini söyleyen kişi, Peygamber Efendimizdir. Zahir başta buna pek cesaret edemese de, Efendimizin teşvik bâbından "birlikte satmak" önerisi üzerine gayrete gelecek ve çölün en güzel çiçeklerini derleyerek gelecektir bundan sonrasında. Onun, Sevgili Efendimizi ziyaret anlamını da taşıyan çiçek toplama heyecanını, insan ruhunda hissetse neler olur acaba?
Nasıl gezdi Hz. Zahir kırlarda bayırlarda kim bilir? O kuru ve yakıcı çöl, onun için nasıl bir cennet bahçesine dönüşmüştü kim bilir? Otlarla, çalılarla, çiçeklerle neler konuştu mesela? Kimseciklere açmadığı gönlünü, toplayacağı çiçeklere açarken, ağlamış mıydı? Dertleşmiş miydi?
Zahir'i şehre ve insanlara yeniden çağıran davet, onun incinmiş ve örselenmiş, reddedilmiş ve uzaklaştırılmış kalbinde hangi izlere, hangi dalgalanmalara, hangi hayata yeniden dönüşlere vesile olmuştu?
Sevgili Efendimizin, onun pazara gelip gelmediğini her seferinde bizzat kontrol eder, bazen yavaş yavaş arkasından sokularak iki eliyle gözlerini kapatıp, sonra da "Ey insanlar bir kölem var, satın alacak yok mudur?" diye şakalaşması mesela... Sahabe Zahir'in de onu sesinden tanıyarak, kendini o mübarek kucağa bırakması: "Yok ya Resulullah, bu beş para etmez Zahir'i sizden başka alacak yok, satılan kişi pek değersizdir, ama onu alan kişiden daha değerlisi gelmemiştir yeryüzüne" diye mukabele etmesi ne büyük bir ikram ne tatlı bir hatıra ne şahane bir hediyedir...
Engelleri kalbimizde aşabilmek temennisiyle...
Sibel Eraslan, Star Gazetesi