Direnişe, kıyama, mücahitlere bin selam! Direnişe, kıyama, mücahitlere bin selam!

Eğitim, insan ve toplumun uzak kalamayacağı ve vazgeçemeyeceği bir bilgilenme ve kültürleşme sürecidir.  Eğitimin bir toplumun değerleri ile bağlantısız bir şekilde yürütülmesi, eğitimden beklenen amacı gerçekleştirilemez. Çünkü eğitim, duygusal ve ahlak temelli bir  çalışmadır ve insanın karakter ve kişilik gelişmesini etkileyen önemli bir sosyal yapılanma olayıdır.

Türkiye’de Meşrutiyet döneminde itibaren batı felsefesi ve ideolojisinin etkileri, özellikle yabancı kaynaklı hocalar vasıtasıyla eğitim sistemimizi yönlendirme noktasına geldi. Cumhuriyet döneminde ise, eğitim; tamamen batı merkezli bir hale kavuştu. Toplumun yıllardır edinilmiş eğitim kültürü ve değerleri, bu yeni yönelişte dikkate alınmadı. Eğitim sisteminde bir oryantasyon değil, tam manasıyla kopyalama çabası hakim oldu.

 Eğitim sistemi, sadece batı sistemini insan ve toplumun hafızasına yerleştirmekle kalmadı, eskiye ait çok sayıda tecrübeyi de bir kenara itti. Bunun sonunda, bilgi sistemi tek boyutlu olarak, batı toplumlarına ait teoriler ve metotlar olarak, insanımızı ve toplumumuzu kuşattı.  Netice olarak insanımız, kendi bilgi ve sosyal hayatına ait olumuz fikir ve bakışlarını öncelemeye başladı.

Cumhuriyetin başlangıcında, Amerika’lı Dewey, Türk Eğitim sisteminin yeni yapılanmasının mimarı olarak görevlendirildi. Artık, eğitim sistemimiz;  felsefesi, ders kitapları ve eğitim sistemi olarak, batının bakış açısını ve bilgi kaynaklarını tek kaynak olarak özümsemeye başladı.

Halbuki eğitim, bir toplumun yaşama felsefesi ve insan anlayışı ile büyük ölçüde alakalı bir konudur. Teknik veya idari bir konu değildir.  Toplumun sosyolojik tarihini ve fikir sistemini göz önüne alan bir çerçeve içinde oluşması gerekiyordu. Fakat, bu durum; günümüze kadar sağlanamadı. Üstelik, kendini muhafazakar kabul eden hükümet sistemi bile, bu konuda ciddi bir adım atamadı.

Bilgi Sistemi, Değerlere Dayanmalıdır

Eğitim sistemi, bir toplumun kültür ve ahlak sistemine göre insan yetiştirme süreci olarak kabul edilmesi gerekiyor. Bu konuda, eğitimim bilgisi, o toplum ve medeniyete ait bir bilgi sistemi ve felsefesi olması gerekiyor. Eğitim, toplumun değerler sistemine aykırı bir özellik ve alışkanlıklara imkan vermemesi gerekiyor. Ama, bu konu, yıllardır ele alınmadı ve bize ait olmayan bir sistem, insanımızı şekillendirdi.

Fakat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde, eğitimde okutulan derslerden, bu derslerin içeriğinden, insan yetiştirme kültürüne kadar ciddi bir yabancı kaynak ve metodun ağırlıklı olarak Türk Eğitim sisteminde etkili olduğunu görüyoruz. Bununla da kalmayarak, gerek bilgi ve gerekse kültürel sistemin geçmişteki anlayış ve felsefeye ters akım ve uygulamalar ile karşı karşıya kaldığımızı biliyoruz.

Peki, batının bilgi ve metotlarının Türkiye’nin ilerlemesi, bilgide gelişme ve insan niteliğinde kalite konusu açısından olaya baktığımızda, bu üç temel konuda bile, geçmişten daha iyi ve nitelikli bir hedefe ulaşıldığını söylemek mümkün değildir.

Özellikle, kültür açısından Türkiye’de gerek ilmi çalışmalar ve gerekse ilmi şahsiyetlerin niteliği konusunda, çok ileri bir hedefe ulaşıldığını da söylemek mümkün değildir.

Cumhuriyet ve Demokrasi kavramları ön plana getirilip, hedeflenen  batıcı yaklaşım ve yönelişlerin meşrulaştırılmasına gidilmesi, batıya benzeme ve  toplumsal yönelişin tarihi ve geleneksel değerlerin dışına çıkılmasına bir gerekçe olarak öne sürülmüştür.

Olayı tarihi açıdan değerlendirmenin ötesinde, sosyal ilimlerin toplumsal değer ve hayatla bağlantısız hale getirilmesi, Türkiye’de ilmi ve fikri gelişmelerin önünün tıkanması manasına gelmektedir.

Sosyal ilimlerin , hayatı ve sosyal kurumları ayakta tutma görevini kabul edersek, bu ilimlerin toplumun inanç ve ahlak sistemlerine ters bir bilgi ve metot ile yürütülmesi, akılcı ve tutarlı bir çözüm yolu olmamaktadır.  Neredeyse  sosyal, kültürel ve teknik gelişmelerin, sadece batılılar tarafından bulunmuş ve çalışılmış olduğu anlayışı, maalesef, sadece orta öğretimin değil, üniversite bilgi sisteminin de en problemli yönünü teşkil etmektedir.

Bu yüzden, özellikle sosyal ilimleri, toplumun yaşama felsefesi ve yayış kültürü ile bağlantılı olarak, özellikle de toplumun ruh ve fikir dünyasını oluşturan değerleri temel alarak bu konuları çalışmak, Türkiye’nin kendine gelmesi ve kendi bilgi sistemini kurması bakımandan son derece önemli bir yöneliş olacaktır.

Prof. Dr. Sami Şener, Mirat Haber