Temmuz ayında esrarlı 1444 yılı sona erdi ve bizi mevhum hüviyetiyle bekleyen yeni çağa adım attık. Mayıs ayında yapılan genel seçimlerde Erdoğan’ın kazanmış olması, büyük umutlar beslediğimiz bu yeni çağın habercilerinden olsa gerek. Umudumuz, İslam güneşinin ülkemizi ve dünyamızı aydınlatması, hür Müslümanlar ve gerçek insanlar olarak yaşanmaya değer hayatı yaşamaya başlamamızdır.
Buna mukabil tezatlar yumağı ülkemizde görülen absürd manzaraların her geçen gün daha çarpıcı hale gelmesinden muzdarip durumdayız. Hem İslamî, hem laik, hem millî, hem kozmopolit, hem yerli, hem yabancı, hem dürüst, hem münafık, kısacası hem eğri, hem doğru sentezi (!) manzara ve bu manzaranın kanıksanır hale gelmiş olması insanı endişeye sevk ediyor. Kapaktaki resim tam olarak Türkiye’nin manzarasını gösteriyor, tesettürün iki yanında tesettürümsü ve tesettürsüzlük bitişik olarak duruyor. Burada dikkat çekmek istediğimiz kadınların kıyafetinden ziyade, bu kıyafetler sayesinde müşahhaslaşan tezat. Bu bu tezat tablosunu resmeden fotoğraf karesini dergimizin kapağına taşıyor ve “Absürt Türkiye Trajedisi” diyoruz.
Ömer Emre Akcebe, “Frankensteinlaştırılmak İstenen Toplum” başlıklı yazısında, bünyeyi içten içe kemiren ahlâk kanseri ile karşı karşıya olduğumuzu anlatıyor ve ahlâkın müesseseleşemediği yerde hukukun da, cemiyetin de, devletin de olmayacağını söylüyor.
İbrahim Tatlı, “Muz Cumhuriyetini İfşa Eden Cinayet: Can Çekişen Yeni Türkiye” başlıklı yazısında tepeden tırnağa her türlü suç işleme özgürlüğünün hâkim olduğu, her türlü yolsuzluk ve haksızlığın serbest olduğu, her türlü saçmalığın alkışlandığı, hakikatin ise kendine hiç yer bulamaz olduğu, idealsiz ve ahlaksız bir ülkenin portresini çiziyor.
Yavuz Arslan, “Kim Bunlar ve Burada Neler Oluyor? -Bu "bazı şeyler” de ne?-“ başlıklı yazısında, “gerçeklik algısı”nın çarpıtılabilir oluşunu mümkün olduğunca gözden kaçırmayıp, bunun düzenlenebilir olduğunu, aslı “din” olan “hayat”a muhatap olan “çocuk”lar için zanlardan kurtulmanın en sağlıklı ve kestirme yolunun, şuuru “Yetişkin” bir “Bilen"e bağlayıp "muhatap anlayış" kazanmaya çalışmanın gerekliliğini anlatıyor.
Hanife Kındır, “Aynı’nın Cehennemi” başlıklı yazısında insan fıtratına müdahale edildiğine, tek tip model insanların çoğaldığına, sıkıntıların da insanın kendisine yabancılaşmasıyla başladığına değiniyor.
M. Taha İnci, sekülerizm üzerine bir soruşturma yaptı. Soruşturmada toplumun dinden uzaklaşmasının beraberinde başına gelen ucubeleşmeyi araştırmacı, yazar, sosyolog ve hocalara sordu.
Prof. Dr. Sami Şener ile “hâkim paradigma”, “LGBT” meselesi, “kadın nedir?”, “yapay zeka”, “post truth/gerçeklik ötesi”, “sosyal medya”, “göç meselesi” gibi mevzularda bir mülakat gerçekleştirdik.
Kâzım Albay, “İslam’a Muhatap Anlayışın Dünya Görüşünü Örgüleştiren Adam” başlıklı yazısında ortaya koyduğu bütüncül dünya görüşü ile İslâm tefekkürünün merkezî şahsiyeti Necip Fazıl’ı ve Büyük Doğu İdeolojisini ele alıyor.
Üstad Necip Fazıl’ın dostlarından Reşat Şen İle Büyük Doğu, Nurettin Topçu, Kadir Mısıroğlu, Lozan vs. mevzular hakkında röportaj yaptık.
Tarihçi yazar Şükrü Altın ile “Sürgündeki Son Halife Abdülmecid Efendi” eseri bağlamında yakın tarihi konuştuk.
Melih Oktay, “İktisatçıların Tutarsızlığı: Faiz Hilesi” başlıklı yazısında 48 maddede faizin hilesini anlatıyor.
Oğuz Can Şahin, Fransız şair Baudelaire'nin hayatı ve Elem Çiçekleri'nin ortaya çıkış hikâyesinden bahsediyor.
Faruk Hanoğlu, “Değişim” başlıklı hikayesiyle dergimizde.
Hasan Hüseyin Akdağ, “Modernizm ve Milli Mimari” başlıklı yazısında Osmanlı mimarisine ve modern mimarlık anlayışına temas ediyor.
Gelecek sayımızda görüşmek üzere…
Allah’a emanet olun…