Lozan, İslam adına kazanılan savaşın ardından imzalanmış bir hezimettir. Milletimizin dini, kültürü ve ahlakı ayaklar altına alınmış, hilafet kaldırılmış, şeriat lağvedilmiş, Batı hukuku ve kültürü dayatılmıştır. Türkiye, Anadolu'ya hapsedilmiş, İslam harfleri kaldırılmış, dilimiz yozlaştırılmış, ezan ve Kur'an Türkçe okutulmuş, üniversiteler Batı'nın kontrolüne bırakılmış, aile yapımız bozulmuştur. Kısacası, Lozan Türk milletini soysuzlaştırmak ve Batı'nın uydusu haline getirmek için yapılmış bir plandır. Nutuk'ta bu vaziyet "Osmanlı tarihine benzeri olmayan bir siyasi zafer" olarak nitelendirilerek gerçekler gizlenmiştir.

Bunları kısaca ele alalım:

Bir teslimiyet anlaşması: Lozan

Lozan görüşmeleri İngiltere'nin kontrolünde ve galip devletlerin dayatmasıyla gerçekleştirildi, Türk heyeti ise Birinci Meclis'in direnişine rağmen masaya oturtuldu.

  • Mehmetçiğin kanı heder edildi: İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon'un "mağlupların hak iddia edemeyeceğini" söyleyerek Türk heyetini sindirdi ve anlaşmanın şartlarını dayattı. Milli mücadele ile kazanılan zaferler Lozan masasında heba edildi.
  • Topraklar peşkeş çekildi: İskenderun, Musul, Kerkük, Batı Trakya, 12 Adalar, Mısır, Irak, Sudan, Kıbrıs, Suriye, Lübnan ve Filistin gibi geniş topraklar Lozan'da resmen kaybedildi. Türkiye, Anadolu ve Doğu Trakya'ya hapsedildi.
  • Kapitülasyonlar devam etti: Kapitülasyonların kâğıt üzerinde kaldırıldı ancak pratikte adli, ticari ve sağlık alanlarında devam etti, bu durum Türkiye'nin ekonomik ve siyasi bağımsızlığı sınırladı.
  • Batılılaşma dayatıldı: Lozan'ın ardından yapılan Batıcı devrimlerle (alfabe değişikliği, şapka kanunu, hukuk reformları vb.) Türkiye'nin kendi değerlerinden uzaklaştırıldı ve Batı'ya bağımlı hale getirildi.
  • Gizli anlaşmalar: Lozan'da Türkiye'nin aleyhine gizli anlaşmalar yapıldı, özellikle İstanbul Hahambaşı Haim Naum'un İngilizlerle gizli pazarlıklar yürüttü

"Şekli Bağımsızlık mı?"

Lozan Antlaşması, Türkiye'ye sadece şekli bir bağımsızlık kazandırdı, gerçekte ise ülke Batı'nın ekonomik, siyasi ve kültürel hegemonyası altına girdi.

Lozan, "zafer" olarak sunulması, gerçekleri gizlemek ve halkı yanıltmak için kullanılan bir propaganda aracından ibaret.

Lozan tartışmaları, anlaşmanın Türkiye'nin tarihsel ve kültürel kimliği üzerindeki etkisi hala güncelliğini koruyor.

Lozan zafer değil, yenilgi

Araştırmacı-Tarihçi Yaşar Gören, Lozan Antlaşması'nı bir "zafer" değil aksine Osmanlı İmparatorluğu topraklarının 5 ülke (İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan ve Ankara Hükümeti) tarafından paylaşılan bir "hezimet" olduğunu söylüyor.

Gören’e göre, Lozan ile Suriye, Lübnan, Hatay, Filistin, Kudüs, Hicaz, Arabistan, Mısır, Sudan ve Libya gibi geniş topraklar resmen kaybedildi ve Türkiye, Anadolu ve Doğu Trakya ile sınırlandırıldı.

5816 sayılı kanun sadece Müslümanlara mı işliyor? 5816 sayılı kanun sadece Müslümanlara mı işliyor?

Tarihçi, Lozan'ın bir "paylaşım" olduğunu ve Türkiye'nin bu paylaşımda aleyhine sonuçlar aldığını aktarıyor.

Lozan'da savaş sırasında kaybedilen ve işgal altında bulunan toprakların mülkiyeti resmen diğer ülkelere devredildi. Bu, Osmanlı İmparatorluğu'nun sonunu getiren ve Türkiye'yi Anadolu'ya hapseden bir anlaşma oldu.

Tarihçi, Lozan görüşmeleri sırasında İngiltere'nin hilafetin kaldırılması yönünde baskı yaptığını ve bunun kabul edilmesinin Türkiye'nin uluslararası tanınırlık kazanması için bir şart olduğunu belirtiyor.

Tarihçi, Lozan ile kapitülasyonların devam ettiğini, ekonomik ve siyasi alanlarda Türkiye'nin Batılı devletlere tavizler verdiğini söylüyor.

Lozan görüşmelerinde, Birinci Meclis'in direnişine rağmen, Türk heyetinin İngilizlerin baskısı altında masaya oturtulduğu ve anlaşmanın şartlarının galip devletler tarafından dikte edildiğini söylüyor.

Lozan'ın çirkin yüzü

Tarihçi Said Alpsoy, Baran Dergisi'ne verdiği röportajda Lozan Antlaşması'nın bilinmeyenlerini, resmi tarihin karanlıkta bıraktığı noktaları ve Tek Parti döneminin sırlarını çarpıcı bir şekilde ele aldı.

Lozan'da gizli pazarlıklar

Alpsoy, Lozan'da 100 yıllık gizli bir antlaşma yapıldığı iddiasını belge eksikliği nedeniyle kanıtlamanın imkânsız olduğunu belirtiyor. Ancak Rauf Orbay gibi dönemin önemli isimlerinin hatıralarında geçen ifadelerin Lozan'da gizli kapaklı işlerin döndüğü şüphesini uyandırdığını ifade ediyor. Alpsoy, resmi tarihin bu iddialara bugüne dek tatmin edici bir açıklama getirmediğini de vurguluyor.

Lozan görüşmelerinde Osmanlı'nın son başhahamı Haim Nahum'un gizemli rolü de Alpsoy'un dikkat çektiği konulardan biri. Alpsoy, Nahum'un Lozan'da ne aradığına dair Rıza Nur'un hatıralarında geçen "Türkiye'yi ve Türk menfaatlerini satmak için" ifadesini hatırlatıyor ve resmi tarihin bu konudaki sessizliğine işaret ediyor.

Lozan'da açıkça yapılan pazarlıklar

Alpsoy, Lozan'da gizli pazarlıklara gerek kalmadan Hilafet'in kaldırılması ve kanunların laikleştirilmesinin açıkça görüşüldüğünü, tutanaklara geçtiğini belirtiyor. Özellikle adli kapitülasyonların kaldırılması görüşmeleri sırasında İtalyan delegelerinin "ilkel" olarak nitelendirdikleri Şeriat kanunlarıyla ticaret yapılamayacağını dile getirdiğini, Türk tarafının da Batı kanunlarını uygulama sözü verdiğini ifade ediyor.

Alpsoy'a göre Lozan'da dikkat çeken bir diğer nokta ise İngiliz delegesi Lord Curzon'un görüşmelerin geceleri otel odalarında kulis faaliyeti şeklinde yürütülmesi teklifi.

Hilafet-Lozan ilişkisi

Alpsoy, İngiliz Parlamentosunun Lozan'ı Hilafetin kaldırılmasından sonra onayladığına dikkat çekerek iki olay arasında bir ilişki olduğu yorumunda bulunuyor.

Tek parti döneminin karanlık dosyaları

Said Alpsoy, Tek Parti döneminde yaşanan ancak resmi tarihin gölgede bıraktığı önemli olaylara da değiniyor. Rum ve Ermeni mallarının (Emval-i Metruke) üst düzey siyasilere ve eşrafa paylaştırıldığını, Zonguldak'taki kömür madenlerinde işçilerin köle gibi çalıştırıldığını, hatta tecavüzlere uğradığını belirtiyor.

Kayıp arşivler, sansürlü bilgiler

Alpsoy, Tek Parti döneminin arşivlerinin yaktırıldığını, önemli belgelerin yok edildiğini ifade ediyor. Kenan Evren'in Çankaya Köşkü'nde yaktırdığı belgelerin Atatürk'ün "özel hayatına" ait olduğunu söylediğini ancak bunların aslında dönemin karanlıkta kalan gerçeklerini ortaya çıkarabilecek siyasi nitelikli belgeler olduğunu söylüyor.

Atatürk'ün serveti

Alpsoy, Atatürk'ün servetiyle ilgili çarpıcı bilgiler de paylaşıyor. Sadece İş Bankası'ndaki hesabında Türkiye'nin emisyon hacminin yüzde 1'ine denk gelen bir meblağın bulunduğunu, Atatürk'ün 155 bin dönümlük araziyle Türkiye'nin en büyük ikinci toprak ağası olduğunu belirtiyor. Alpsoy, bu bilgilere Atatürk'ün yakınlarının hatıralarından ve Meclis zabıtlarından ulaşılabildiğini söylüyor.

Lozan: Zafer mi, hezimet mi?

Tarihçi Said Alpsoy, “Büyük aldatmaca: Lozan ‘Zafer’i!” başlıklı YouTube videosunda ise Lozan Antlaşması'nın 100. yıl dönümünde yaptığı bir konuşmada resmi tarihin "Lozan Zaferi" söylemine karşı çıkarak çarpıcı iddialarda bulundu. Alpsoy, Lozan'ın bir zafer değil, aksine bilinçli bir şekilde Türkiye'ye dayatılan bir mağlubiyet olduğunu savundu.

Alpsoy konuşmasında şu temel argümanları dile getiriyor:

1. Türkiye, Lozan'a galip olarak oturmalıydı:

Alpsoy, Lozan'dan önceki son durumun İstiklal Harbi zaferi olduğunu ve Türkiye'nin masaya galip olarak oturması gerektiğini vurguluyor. Modern diplomasi tarihinde galip devletlerin barış anlaşmalarını düzenlediğini belirterek, Lozan'da sürecin İtilaf Devletleri tarafından belirlenmesini eleştiriyor.

Alpsoy, Mustafa Kemal'in barış konferansı için İzmir'i önerdiğini ancak Batılı devletlerin bunu görmezden gelerek Lozan'ı dayattığını söylüyor:

"Mustafa Kemal Paşa bütün o hani yedi düvel var ya bizim ulusalcıların çok sevdiği... Biz İstiklal Harbinde sadece Yunanlı değil yedi düveli de yenmiştik ya biliyorsunuz... Dediler ki işte 13 Kasım 1922 tarihinde İsviçre'nin Lozan kentinde Barış Konferansı'nın toplanmasına karar verdik. Türkiye olarak da size duyuruyoruz. Buyurun gelin diyoruz. Buna karşı Türkiye'den herhangi bir itiraz geldi mi? Hayır."

2. Lozan'ın Sevr ile kıyaslanması yanlış

Alpsoy, Lozan'ın başarısını Sevr ile karşılaştırarak değerlendirmenin tarih metodolojisi açısından hatalı olduğunu belirtiyor. Lozan'ın İstiklal Harbi'ni bitiren anlaşma olduğunu ve bu nedenle Misak-ı Milli hedefleriyle karşılaştırılması gerektiğini aktarıyor.

Alpsoy, Misak-ı Milli hedeflerinin çoğunun Lozan'da gerçekleştirilemediğini belirterek, Musul ve Kerkük'ün kaybedilmesini örnek gösteriyor:

"Bir karış değil 60 bin kilometrekare Musul Kerkük'ün bizim şu anki hudutlarımızdan... Derin ne 200 kilometre kare 200 kilometre Türkiye Irak kodu 317 kilometre çarptığımızda 60.000 km²'den fazla... Avuç değil 60 bin kilometrekare toprağa Vatan toprağını gıkını çıkarmadan teslim ettin gavura. Bu mu Zafer? 60 bin kilometre Vatan toprağını gıkını çıkartmadan gavura teslim etmek zaferse sizin anlayışınıza göre mağlubiyetle..."

3. Lozan'da kazanılanlar, Mudanya'da zaten kazanılmıştı

Alpsoy, Lozan'da kazanım olarak sunulan birçok şeyin aslında Mudanya Mütarekesi ile zaten elde edildiğini belirtiyor. Mehmetçiğin süngüsüyle kazanılanların diploması masasında pazarlık konusu yapıldığını eleştiriyor.

4. Batı basınının "zafer" söylemi, bir algı operasyonuydu

Alpsoy, Lozan'ın imzalanmasının ardından Batı basınının "büyük bir Türk zaferi" söylemini bilinçli bir algı operasyonu olarak nitelendiriyor. Bu söylemin amacının, İstiklal Harbi zaferini gölgede bırakmak ve Türkiye'yi mağlup gibi göstermek olduğunu belirtiyor.

Alpsoy, Lord Curzon'un Yunan delegesi Venizelos ile kapalı kapılar ardında yaptığı konuşmayı örnek göstererek, İtilaf Devletleri'nin Lozan'da Türkiye'ye mağlup muamelesi yaptığını söylüyor:

"Sevrden sonra yeniden bir savaş yapıldığını inkar edemeyiz. Bugünkü şartlar tabiatıyla Onun neticelerinden bir etki taşır. Bunları kabul etmen lazımdır. Bu söylediklerinizi konferansta anlatacağım dedi. Sizin yüzünüzden felakete uğradık. Bu felaketi beraber tamir etmeliyiz. Hakkımızdır bunu isteyeceğim. Görüyorum ki siz kabul etmeyeceksiniz, size bu haklı talebimizi aleni olarak reddettireceğim. Yani bu lafları sana konferansta bütün dünyanın önünde söylettireceğim diyor Lord Curzon."

5. Lozan'ın gizli bir boyutu var

Alpsoy, yaygın olarak dolaşan "Lozan'ın gizli maddeleri" iddiasının bir derin devlet oyunu olduğunu söylerken, Lozan'ın gerçekte gizli bir boyutu olduğunu da belirtiyor. Alpsoy, bu gizli boyutta hilafetin kaldırılmasının ve laik bir rejime geçilmesinin taahhüt edildiğini dile getiriyor:

"Lozan'ın gerçek gizli boyutu ile alakalı... arşivde Arzu edenler bulurlar en az bir ya da birden fazla program yaptım zaten geçmişte. Mesela hilafettin ilga edilmesiyle ilgili, bunun Lozan'da arka planda koparıldığına dair dolayısıyla lozan'ın bir gizli anlaşma boyutu olduğuna dair özel bir program yaptım en az 1-2 saatlik. Girin onu izleyin mesela. Lozan'da İslam şeriatının iptal edileceğine laik bir rejime geçireceğine dair söz verilmiştir ve bu resmi zabıtlarda da vardır."

Said Alpsoy, konuşmasının sonunda Lozan'ın 100. yıl dönümünü "zafer" olarak kutlamanın büyük bir yanılgı olduğunu ve bu algı operasyonuna karşı uyanık olunması gerektiğini ifade ediyor.

3 Mart 1924: Hilafetin kaldırılması ve domino etkisi

Tarihçi Mustafa Armağan, İngiltere'nin, Türkiye'nin Hilafeti kaldırmasını Lozan'ı onaylama şartı olarak dayattığını dile getiriyor.

Armağan'a göre, Lozan Antlaşması'nı 23 Ağustos 1923'te onaylayan ilk ülke Türkiye olmasına rağmen, İngiltere Parlamentosu antlaşmayı 8 ay boyunca beklemeye aldı. Bu durum, "Lozan'ı onaylamak için elinden geleni yaptığını" söyleyen dönemin İngiltere Başbakanı Ramsay MacDonald'ın açıklamalarıyla çelişiyordu.

Armağan, 3 Mart 1924'te Türkiye'de Hilafetin kaldırılmasının ardından Lozan'a yönelik İngiliz tutumunda ani bir değişiklik yaşandığına dikkat çekiyor. Hilafetin kaldırılmasından sadece 3 gün sonra İngiltere Lordlar Kamarası antlaşmayı onaylıyor. İtalya da daha önce gizlice onayladığı antlaşmayı Hilafetin kaldırılmasından 9 gün sonra Türkiye'ye bildiriyor.

İngiltere'nin endişesi: Müslüman sömürgeler

Armağan, İngiltere'nin Lozan'ı onaylama konusundaki tereddütünün temel nedeni olarak ülkenin geniş Müslüman nüfusa sahip sömürgelerini gösteriyor. Dönemin istatistiklerine göre dünya Müslümanlarının yüzde 65'i İngiltere, Fransa ve Hollanda'nın sömürgesi altında yaşıyordu. Türkiye'nin Hilafeti devam ettirmesi durumunda İngiltere'nin bu sömürgeler üzerindeki etkisinin zayıflayacağından endişe ediliyordu.

Laiklik: İngiltere için rahat bir nefes

Armağan, İngiltere'nin Ankara Büyükelçisi Sir Ronald Lindsay'in 8 Şubat 1926 tarihli raporuna dikkat çekiyor. Lindsay, laik Türkiye'nin İngiliz İmparatorluğu için bir tehdit olmaktan çıktığını ve yakın ilişkilerin İngiltere'ye faydalı olacağını belirtiyordu.

Lozan'da Osmanlı mirası 5 ayda reddedildi!

Kemal Tahir, Yol Ayrımı eserinde Lozan Antlaşması'nın Osmanlı mirasının reddi anlamına geldiğini ve bu tasfiyenin inanılmaz bir hızla gerçekleştirildiğini aktarıyor. Yazar Tahir'e göre, yüzyıllar boyunca kılıçla alınmış ve savunulmuş topraklardan oluşan bir miras, sadece 5 ay süren görüşmelerde yok sayıldı.

Tahir, "Yol Ayrımı" adlı eserinde Lozan'ı şu çarpıcı sözlerle eleştiriyor:

"Değil bir dünya imparatorluğunun mirası, bir mahalle bakkalının mirası bile, bizim bugünkü mahkeme usullerimiz göz önüne getirilirse, bu kadar kısa zamanda tasfiye edilip karara bağlanamaz."

Yazar Tahir, 22 devletin katıldığı Lozan görüşmelerinde Osmanlı arşivlerinin detaylı bir şekilde incelenmediğini ve delegelerin kılı kırk yarmadığını belirtiyor. Hatta İngiliz General Harington'un bu durum karşısındaki memnuniyetini ironik bir şekilde dile getiriyor.

Yazar, Yunanistan'ın yenilgiye uğramasına rağmen "Megalo İdea"dan vazgeçmediğini ve Lozan'da Batı Trakya'yı bile Türkiye'den koparmayı başardığını belirterek, adeta galip taraf gibi davrandığını ifade ediyor.

Yazara göre Lozan, "yurtta sulh, cihanda sulh" söylemiyle örtbas edilmeye çalışılan bir hezimet ve Osmanlı mirasının reddi anlamına geliyor.

"Lozan'ın tabu olmasının sebebi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş vesikası olmasıdır"

Tarihçi Ekrem Buğra Ekinci Baran Dergisi’ne verdiği röportajda, Lozan Antlaşması'nın Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş belgesi olarak görülmesi nedeniyle tabu olarak nitelendirildiğini belirtiyor. Ekinci, Lozan'ın öncesinde yaşanan süreçlerin ve verilen tavizlerin görmezden gelinerek antlaşmanın bir "zafer" olarak sunulduğunu ifade ediyor.

Lozan: Statükonun resmiyete dökülmesi

Ekinci'ye göre, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de yaşadığı sorunların kökeninde Lozan'dan çok daha eski tarihlerde yaşananlar yatıyor. Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı ile kaybedilen topraklar ve haklar, Lozan'la birlikte resmiyet kazanmış. Ekinci, Lozan'ı sorgulamanın Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerini sorgulamak olarak algılandığını ve bu nedenle konunun tabu olduğunu belirtiyor.

On İki Ada: Kaybedilmiş hak, kullanılmayan fırsatlar

Ekinci, On İki Ada'nın Lozan'da hukuki olarak geri istenebileceğini ancak dönemin siyasi konjonktürünün ve delegelerin zayıf pozisyonunun bunu engellediğini belirtiyor. II. Dünya Savaşı sonrasında da adanın geri alınması için yeterince çaba gösterilmediğini ileri sürüyor.

Türk-Yunan Savaşı: Lokal bir muharebe mi?

Ekinci, Kurtuluş Savaşı'nın uluslararası alanda sadece I. Dünya Savaşı'nın bir parçası olarak görüldüğünü ve Türkiye'nin Yunanistan'a karşı kazanılan zaferin uluslararası alanda bir karşılık bulmadığını ifade ediyor. Ekinci'ye göre Lozan, Türkiye'yi yeniden uluslararası alanda muhatap alan ve Osmanlı'nın yerine yeni bir devletin kurulduğunu tescil eden bir antlaşma.

Sevr ve Lozan: Maddenin ötesinde bir anlam farkı

Ekinci, Sevr ve Lozan arasındaki en önemli farkın Osmanlı devletinin akıbeti olduğunu belirtiyor. Sevr'in onaylanması durumunda Osmanlı devleti yaşamaya devam edecek, Lozan ise Osmanlı'nın sonunu getirerek yerine yeni bir devletin kurulmasını sağladı.

Lozan'ın gizli yüzü: Hukuk sisteminden vazgeçiş

Ekinci'ye göre, Lozan'ın gizli maddeleri olduğu iddiası bir yanılsama. Tüm tavizler açıkça görüşülmüş ve kabul edilmiştir. Bu tavizlerin en önemlisi ise Türkiye'nin kendi hukuk sisteminden vazgeçerek Avrupa hukuk sistemini benimsemesi.

Tek tip düşünce: Rejimin yetiştirdiği insanlar

Ekinci, Türkiye'de sağcıdan solcuya, Kemalist'ten Türkçü'ye kadar farklı görüşlerin Lozan konusunda aynı fikirleri savunmasının düşündürücü olduğunu belirtiyor. Ekinci'ye göre bu durum, rejimin tek tip düşünce üreten bir yapıda olduğunun göstergesi.

Kaynak: Baran Dergisi