İrtibat vasıtalarının çeşitlenmesi ve dört bir yanımızın “dev aynaları”yla kuşatılması... Kuşatıldık... Nefislerimizden gelen azgın coşkunun eşliğinde, dört bir yanımızdaki aynalardan akseden dev suretlere aldandık. İnsanî hasletlerimizi bir bir yitirirken, hayvanlar gibi yemek, içmek, sı.mak, yatmak ve bize dönük aynaları cilalamaktan ibaret bir hayatın içine girdik. Girmedik mi? Yukarıda saydıklarımızı çıkaralım bakalım hayatımızdan, alalım elimize kâğıt kalem ve yazalım. Kimseye değil, kendimize yazalım ve belki de ilk defa kendimize karşı saygımız olsun, dürüst olalım. Ve bakalım, geriye ne kalıyor?

Saçma sapan aforizmaları, çevredeki ahmakların beğendiği kadar fikir adamı… Sırnaşıklığı nisbetinde beğenilen fotoğraflarımız kadar güzel veya yakışıklı… Kimsenin kaale almaya lüzum dahi görmediği kısır ideolojilerin sanal borazanlığını yaptığımız kadar dava adamı… Üzerimize giydiğimiz kılık kıyafetin ve kullandığımız alet edevatın markası kadar şahsiyet, sanal ortamda paylaştığımız acı kadar vicdan ve tüm bunların toplamı kadar da özgüven sahibi... İşte günümüz insanı…
 
***

Biz, sahtekâr aynalar arasında her geçen gün cüceleşen benliğimizin devasa akislerine dalmışken, aynalar ile çevremizi kuşatanlar o kadar devleşti ki, artık devasa organizasyonları kendi başlarına belâ oldu...

Ferd devleşti...

Sermaye devleşti...

Şirketler devleşti...

Himaye eden, boyun eğen, alet olan devletler devleştirildi...

Onların menfaatine gardiyanlık etmekle mükellef milletlerarası müesseseler devleşti...
***

Eskiden de böylesi tipler vardı. Dünya ne Nemrudlar, ne Firavunlar gördü... Onların, kendilerini tebaalarına kabul ve tasdik ettirmek gibi bir çabaları vardı. İçtimâî sınıfın alt tabakasında yer alanları bile her ne kadar aşağı da olsa “insan” olarak görüyorlardı. Şimdiyse bu bahsettiklerimiz, kendi elit(!) zümreleri dışında kalanları insan olarak bile görmüyorlar. Ayrıca, eskiden böylesi manyaklar kendilerini “tanrı” ilân ederlerdi. Dünyada “tanrı kral” enflasyonunun olduğu dönemleri bilirsiniz. Bu bile en azından dürüst bir tavırdı. Sapkın da, manyak da olsa kendisine ve geri kalan insanlara bir rol biçer ve en azından kendi tanrılığını tasdik ettirebilmek adına piyasaya çıkması gerekirdi. Oysaki bu zamanın “tanrı kralları” ecdatlarının başlarına gelenlerden ders almış olacaklar ki, pek öyle ortalıkta görünmeyi, haklarında bahsedilmesini sevmiyorlar. Biz sıradan insanlar da onların yerine, “siyaset” isimli dünya çapında gerilmiş bir perdede, “siyasetçi” isimli tanrı vekillerini seyretmekle yetiniyoruz. Olsun, bu da büyük bir lütuf(!). Böylelikle dünya çapında cereyan eden menfî hadise ve buhranlardan “tanrı krallarımız” muaf olurken, hesap, “siyaset” perdesine çıkardıkları “siyasetçi” isimli oyunculara kesiliyor. Onlar perde arkasında olacaklar tabiî. Geçmişte insanların önüne inme cüretini gösteren atalarının başlarına neler geldiğini biliyorlar elbet. Ataları, İbrahim Aleyhisselâmın baltası önünde yerle bir olan putlar gibi ortalık yerde dikilirlerken, bunlar, perde arkasında “gözle görülmeyeni” oynuyorlar.
***
 
Ne var ki, insancıklar etraflarını çepeçevre kuşatmış dev aynaları arasında kendilerini oyalarken, bunlar o kadar devleştiler ki, artık kımıldayamaz hâle geldiler. Globalizm vesilesiyle tüm dünyayı kuşatan organizasyonları artık esnekliğini yitirdi. Menfaat ölçekleri dünya çapındaki toplam ekonomiyi aştı. Kurmuş oldukları düzen dolayısıyla lider yetişmesine müsaade etmediler; siyaset sahnesine lider rolü oynasın diye sürdüklerinin de “sıkışınca” kekeme oldukları ortaya çıktı. Cereyan eden menfî hadiseler ve buhranlardan sonra rol değişimi yapmak yetersiz hâle gelmeye başladı. Bu güruha dayanan devletler kendi içlerindeki meselelere bile çözüm üretemez duruma düştü. Kurmuş oldukları müesseseler, önce toplantı yapmaktan karar alamaz, sonra da alamadığı kararları icra edemez hâle geldi...
 
***
 
Amerika Birleşik Devletleri’nin devlet başkanlığı makamında, siyahî bir aktör olan Barack Obama oturuyor. Son bir yılda, Amerikan polisinin öldürdüğü 500 küsur kişiden 250’si siyahî... Hispaniklerden ve diğer “azınlıklardan” öldürülenlerin sayısını ise henüz söylemediler. Siyahîlerin ülke nüfusunun yüzde onbeşini oluşturduğunu düşünürseniz, tablo daha netleşiyor: Siyahlar beyazlara nazaran nisbî olarak neredeyse on kat daha fazla öldürülüyorlar polis tarafından… Bir de bu devletin üst kademe siyasî figürasyonu, yalnız Amerika’yı değil, bütün dünyayı yönetmeye ve dünyanın geri kalanına da medeniyet, eşitlik, refah, huzur, adalet, hürriyet, vs. ihraç etmeye çalışıyor. İçinde bulunduğumuz devirde trajedi yoksa da, o kadar çok trajikomedi var ki, acaba trajediye ihtiyaç mı kalmadı?

Şimdi iki tane adam çıkmış, anayasanın kendilerine vermiş olduğu yetkiye dayanarak gözünü kırpmadan 500 kişiyi öldürmekte bir beis görmeyen faşist Amerikan polisleri içinden beşini, bu cürmün karşılığında zeytin dalı bekleyenlere inat öldürmüşler. E iyi ki de öldürmüşler; dünyanın geri kalanı bu beş asil(!) Anglosakson ırkına mensub yahut bu ırkın kulu kahraman(!) polisin öldürülmesi sayesinde, Amerika’da çoğu siyah 505 tane sıradan(!) insanın öldürülmüş olduğunu öğrenmiş. Hadiseye bakar mısınız? 505 tane adam devletin kolluk güçlerince keyfî bir şekilde katlediliyor, dünyanın bundan haberi ancak keyfe keder cinayet işleyen polisler öldürüldüğünde oluyor. Sonra basın hürriyeti falan diye bir sürü zırva...

Kolluk güçlerince işlenen son cinayetlerin ardından, siyahî Amerikan vatandaşları ayaklanmışlar. Gaz alma makamında oturan siyasî aktör de, mağdur ve öfkeli insanları sükûnete davet etmekle meşgul, yani vazifesini yerine getiriyor. Peki, asıl mesele ne? Elbette ki ABD’de yaşayan Anglosakson ırkının eline geçecek paranın bir kısmının siyahîlerin eline geçmesi. Hâsılı kelâm mevzu “para”. Peki, insanın bütün meselesini parada düğümleyen zihniyeti, bu zihniyete dayalı dünya düzenini kim inşâ etti?
 
***
 
Afganistan, Irak, Suriye, Libya, Filistin başta olmak üzere bütün İslâm Âlemi oluk oluk kanıyor. 2008’de başlayan ekonomik krizin atlatıldığı iddia edilse de, üzeri örtülen buhran dünyaya tahakküm eden ülkelerin gırtlağına çökmek için pusuda bekliyor. Avrupa ve Amerika bu krizi hissettikçe ırkçılık isimli hastalığı nüksediyor. Göç ve mülteci meselesi, hükümdarlık oynamaya kalkan Avrupa’nın başı üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor. Açlık, susuzluk, çevre kirliliği ve daha nice mesele, dünyanın başına belâ olmuş vaziyette. Gelir dağılımı mı? Bu yeryüzü “tanrılarıyla” insanlar arasında eşit bir dağılım söz konusu olduğu için, herhangi bir eşitsizlik(!) söz konusu değil.

Tüm bu meseleler çözüm beklerken, perde arkasındaki muktedirler kendi düzenlerini muhafaza etmek adına dünyayı yeni bir “Soğuk Savaş” dalgasıyla oyalamak peşindeler. Yersen, ki affedersin ama yemeye de müsaidiz...
***
Evet, karşımızda büyük bir dev var. Son derece organize, girift ve bir o kadar da esrarengiz(!). Yalnız bir şey var, bu dev o kadar büyüdü ki, artık eskiden olduğu gibi hareket edemez hâle geldi. Görüldüğü üzere artık karar alabilen ve aldığı kararı uygulayabilen bir dev yerine, karşımızda yerinde sayan, çözüm üretemeyen, kısırlığı dolayısıyla orijinalitesini kaybetmiş, eski formüllerine bakarak çözüm bulmaya çalışan bir yapı ile karşı karşıyayız. Tarih şuuru da bu değil midir zaten? Köpekler bir adamı ikinci defa ısırışında hazırlıklı bulmuyorlarsa, tarih niçin var?
 
***
 
Bir yanda devler ve diğer tarafta dev aynasında kendini seyreden cüceler... Cüce olmak da ayıp değil esasında. Nihayetinde bu düzenin dev aynalarına aldanmayan nice cüce, bizim düzenimizde devdir.

Unutma! Nemrud’u alt eden kör ve topal bir sinekti!

Baran Dergisi 497. Sayı