Sanatçı, meselesini veyahut derdini doğrudan veya kendi üslubuyla, muhatabına aktaran insandır. Fikir adamı ve sanatçılar güce tapıcılık yapamaz. Toplumu ve gücü şekillendiren düşünce ve sanat, kendi ekseninde dosdoğru olmak zorundadır. Tabi bu düşüncem de muhaliflik olarak algılanmamalı. Zira yersiz muhalefet “boş muhalefet”i doğurur; bu durumda ise düşünce ya da sanat eseri ne kadar kuvvetli bir mizaca sahip olursa olsun, derinliğine ve hatta manasına zarar verir. Meseleyi bencilce karikatürize eder. Zira tamamen muhalif bir tutum da ötekinin yandaşlığıdır..
Keskin muhalif bir zırha bürünmüş sanatçı kişiden söz açılmışken, bu kişilerin iç dünyasının alt metninde gezinen kibir ve bencillik hastalığını da es geçemeyiz. Zira ister istemez hepimizde olan farkındalık, sebepli farklılık hissiyatı, bazı sanatçı bünyelerde karakterin ve duruşun derinlerine nüfuz ederek, kendini aşmış ruhi bir probleme dönüşüyor. Bu problemi elbette kibir olarak adlandırabiliriz.
Hâlbuki mevzu sanat nedir sorusunun cevabında gizli: İnsan eli değmemiş her şey sanattır. İnsan eli dâhil…
Çünkü; insan basittir. İnsan taklitçidir.
İnsan âşık olmayı keşfetmemiş, öğrenmiştir.
Sanatçı, ilahi kelamıyla “oku” diyerek başlayan Rabbinin sanatına hayran kalır, yorumlar ve yine o Rab’bin izniyle zihninde şekillendirir ve algılanabilecek bir biçimde insanlığa sunar. Buna da ehil olarak sanat deriz. Yani sanat dediğimiz şey asıl ve saf olan sanatı, yorumlama biçimidir. Ruh ve eşya, yaratılmış saf bir sanattır. Sanatçı kişi ise, bir ruh ve kısmen madde olarak, özünü veyahut özünün dışında kalan ruh ve eşyayı, ancak kendi görebildiği ya da öngörebildiği perspektiften yorumlar. “Mutlak Sanatçı” (Rab) ise hakkı incitmemek, hakikati saptırmamak ve haddi aşmamak (kibirlenmemek) şartıyla, taklidi sanatçının ham sanatı yorumlamasına izin verir. Ötesi yoktur.
Zira ne diyorduk: “insan haddini bilmeli”... Sanatçı kişi ise en kör olmayan yaratılmış olarak, daha fazla bilmeli…
Ali Haşimi