Başvuracağımız, ”mutlak prensipler”den elde edilen bir sistemin olmayışı, insanın eşyayı düzene koyma, tanımlama ve aralarında bağ kurma ihtiyacını; dünyanın karmaşıklığından, kaosundan uzaklaşma isteğini imkânsız kılarken, birçok psikolojik bozukluk ve insanın çevresi üzerinde kontrolünü yitirme duygusu da buna eşlik etmektedir.
Etrafında yükseltilen “sükût senfonisi”ne rağmen çağımızın fikri temelini oluşturan “yönlendirici ilke” Büyük Doğu-İBDA’dır. Ne malum diyenlere cevap Georg Simmel’den: “Kendine özgü bir karakteri olan her büyük kültür çağında, bütün entelektüel hareketlerin temelinde yatan ve aynı zamanda onların nihaî amacı olarak görünen özgül bir fikir saptayabiliriz. O çağın, bir soyutlama olarak bu fikrin bilincinde olup olmaması hiç fark etmez – o fikrin sadece, anlamı ve önemi ancak daha sonraki nesillerce kavranabilecek düşünsel bir odak noktası olup olmadığı da fark etmez. Kuşkusuz bu tür fikirler çok farklı ve çeşitli kılıklar altında ortaya çıkar, her biri farklı unsurlarla karşıtlık içindedir; yine de o fikir, o çağın yönlendirici ilkesidir.”
Tabii ki sözümüz, bu yükseklik karşısında bu tenezzülü anlamayan, “sen ne söylersen söyle ben bildiğimi sallarım” hesabı, epistemik kibrinde boğulmuş “fikir ve ilim kalpazanlarına” değil. BD-İBDA’nın doğrulayıcılık mihrakı olma özelliğini ve sahihliğini içselleştirmiş, entelektüel zarafet ve asaletin birlikteliğini şahsında tüttüren has idrak sahiplerine. Zira, bu birliktelik muhteşemdir. Tıpkı, İbda Mimarı’nın şahsında olduğu gibi...
Makalenin tamamı için TIKLA