Samiha Ayverdi, 25 Kasım 1905 tarihinde İstanbul Şehzadebaşı’nda dünyaya geldi. Piyade Kaymakamı İsmail Hakkı Bey ve Meliha Hanım’ın kızı olan Ayverdi, sanat tarihçisi Ekrem Hakkı Ayverdi’nin kardeşidir. Baba tarafından Ramazanoğulları’na, anne tarafından ise Bektaşi dervişi Gül Baba’ya uzanan bir soya sahiptir.

Henüz küçük yaşlarda babasının selamlık sohbetleriyle tanışan Ayverdi, Süleymaniye Kız Numune Mektebi’nden mezun olduktan sonra özel derslerle eğitimini sürdürdü. Fransızcayı iyi derecede bilen ve keman çalabilen Ayverdi, kısa süreli bir evlilik yaşadıktan sonra hayatını yazarlığa ve ilim-irfan yolculuğuna adadı.

Samiha Ayverdi’nin hayatındaki dönüm noktalarından biri, annesi aracılığıyla tanıştığı mutasavvıf Kenan Rifai oldu. Rifai'nin manevi rehberliğinde tasavvufa yönelen Ayverdi, yazarlık serüvenine 1938’de yayımladığı Aşk Budur adlı romanıyla başladı. Ardından gelen eserlerinde tasavvuf, tarih şuuru ve İstanbul sevgisi ana temalar olarak yer aldı.

Ayverdi, Batılılaşmanın toplumsal yapıda yol açtığı değişimi eleştirel bir gözle değerlendirdi. Mevlana, Muhyiddin-i Arabi, Hafız ve Şeyh Sadi Şiraz gibi büyük mutasavvıflardan etkilenirken, Batı edebiyatını da yakından takip etti. Yaklaşık elli eser kaleme aldı. İbrahim Efendi Konağı, Mesihpaşa İmamı, Batmayan Gün, Misyonerlik Karşısında Türkiye gibi kitapları geniş okuyucu kitlesiyle buluştu.

1954’te Konya’da Mevlana’yı anma törenlerinin (Şeb-i Arus) başlatılmasına öncülük etti. Yeni Doğuş Cemiyeti, İstanbul Fetih Cemiyeti, Kubbealtı Akademisi gibi birçok kültürel kuruluşun faaliyetlerine katkı sundu. Fatih’teki çevre düzenlemelerine öncülük etti, birçok öğrenciyi ve genci irfani çizgide yetiştirdi.

Samiha Ayverdi, hem yazı hayatıyla hem de kültürel çalışmalarıyla Türk-İslam medeniyetinin ihyasına yönelik önemli katkılar sundu. Eserleri birçok dile çevrildi, hakkında çok sayıda akademik çalışma yapıldı. 22 Mart 1993’te İstanbul Fatih’teki evinde vefat etti.

Kabri Merkezefendi Mezarlığı’ndadır. Hayatı boyunca ilmî ve manevî hizmetleriyle anılan Ayverdi, sevenleri tarafından “Samiha Anne” olarak yad edilmektedir.

SAMİHA AYVERDİ’NİN DÜŞÜNCE DÜNYASI

Samiha Ayverdi'nin tarihe bakışı, onun sadece tarihî olaylara bakan bir araştırmacı değil, aynı zamanda bu hadiselerden milletin istikbâli için dersler çıkaran bir mütefekkirdir.

Tarihi Bir İlim Olarak Değil, Terbiyevî Bir Kaynak Olarak Görür

Ayverdi, tarih yazımını akademik bir disiplin olarak değil; milletin kendini yeniden inşa etmesi için gerekli olan değerleri ortaya çıkaran bir faaliyet olarak görür. Onun için tarih, sadece geçmişin bilgisi değil; aynı zamanda bugünün istikametini tayin eden bir içtimaî pusuladır.

İçtimaî Tarih Vurgusu: Milletin Ruhunu Anlama Gayreti

Siyasi ve askerî tarihten ziyade sosyal, kültürel ve medenî gelişmeleri ön plana çıkarır. Ona göre bir milletin ruh köklerini, sadece savaşlarla veya iktidar değişimleriyle değil; halkın yaşama biçimi, ahlakı, inancı ve sanat anlayışıyla kavramak gerekir.

Tarihi, Gelecek İnşasında Bir Anahtar Olarak Görür

Geçmişin sırlarını çözmenin bugünü ve yarını anlamada vazgeçilmez olduğunu savunur. Selçuklu ve Osmanlı'nın devlet felsefesinde saklı olan adalet, ilim, aşk, iman ve hikmet gibi değerleri "istikbali açacak şifreler" olarak değerlendirir.

Ayverdi, Selçuklu ve Osmanlı’yı bir medeniyet zirvesi olarak görür. Bu medeniyetin temelinde tevhid, adalet, ilim, estetik, ahlâk ve irfan vardır. Modern zamanlarda bu değerlere sırt çevirmenin milletin gerilemesine sebep olduğunu savunur. Çözüm ise, bu tarihî değerleri anlayarak ve yeniden hayata geçirerek mümkündür.

Ayverdi’ye göre tarih, sadece geçmişin bilgisi değil; bir milletin kendini tanımasının ve yeniden inşa etmesinin anahtarıdır. Selçuklu ve Osmanlı tarihine verdiği önem, buradan gelir. “Türk Tarihinde Osmanlı Asırları” eseri, bu anlayışın açık bir tezahürüdür.

İslâm ve Türklük Bütünlüğü

Ayverdi, İslâm'ın Türk milletiyle kurduğu güçlü bağın tarihî bir hakikat olduğunu vurgular. İslâm’ın sadece bir inanç sistemi değil, aynı zamanda Türklerin siyasî, iktisadî ve içtimaî yapısını yeniden inşa eden, onları dünya çapında bir medeniyet kurmaya sevk eden ruhî bir terkip olduğunu belirtir.

Tekkelerin ve Tasavvufun Tarihteki Rolü

Tasavvufu, Türk milletinin manevî dirilişinde temel bir dinamik olarak görür. Tekkeleri, halkın vicdanını terbiye eden, adalet ve insafı öğreten merkezler olarak tarif eder. Bu bağlamda koloni kurucu dervişleri ve tasavvuf büyüklerini medeniyet kahramanları arasında sayar.

Tanzimat ve Sonrasına Eleştiri

Tanzimat ve II. Meşrutiyet gibi dönemleri Batı’nın siyasî ve ideolojik tahakkümüne açılan kapılar olarak görür. Pozitivizmi, milletin ruhunu zehirleyen bir ideoloji olarak nitelendirir ve dinin yerine ikame edilmeye çalışılmasını sert biçimde tenkit eder.

Ayverdi, Batı menşeli pozitivizm ve materyalizmi eleştirir. Modernleşme adı altında millî ve dinî değerlerden kopulmasını, “medenîleşme” değil, bir kimliksizlik krizi olarak görür. Ona göre çözüm, körü körüne Batıcılık değil, yerli ve ruh köklerine bağlı bir diriliş modelidir.

İ’lâ-yı Kelimetullah İdeali

Osmanlı’nın başarısının temelinde İ’lâ-yı Kelimetullah yani Allah’ın kelâmını yüceltme davasının olduğunu vurgular. Bu ideali hem kendi hayatında hem de eserlerinde temel gaye olarak benimser.

Manevî Rehberlik ve Devlet Adamları

Devlet büyüklerinin etrafında mânevî rehberler bulunmasının önemine işaret eder. Fatih Sultan Mehmed gibi şahsiyetlerin başarısını, sadece siyasi dehalarına değil, onları irşad eden rehberlere bağlar.

Edebiyatı, Fikir ve Aksiyonun Bir Aracı Olarak Kullanır

Ayverdi için edebiyat sadece estetik bir alan değil, tefekkürün halka ulaşma vasıtasıdır. Romanları, mensur şiirleri, hatıraları ve tarihî eserleri bu misyonla kaleme alınmıştır. Eserlerinde yer alan tasavvufî aşk, İstanbul sevgisi, tarih şuuru ve medeniyet tasavvuru, hepsi bir bütünlük içinde İslâmî bir dünya görüşünün ifadesidir.

İçtimâî Sorumluluk ve Rehberlik

Yalnızca yazmakla yetinmeyip toplumun her kesimine ulaşmaya çalışan, cemiyet faaliyetlerine katılan, gençleri irşad eden bir aydındır. Ona göre ilim ve fikir adamı, halktan kopuk olmamalı, hayata ve insana temas eden bir rehber olmalıdır.

Kültürel Bütünlük: Din, Dil, Sanat, Mimari

Sâmiha Ayverdi için medeniyet sadece siyaset veya ekonomi değildir; bir milletin sanatından diline, mimarisinden musikisine kadar bir bütünlük arz eder. Onun medeniyet anlayışında, estetik, ahlâk ve iman birbirinden ayrılmaz. Osmanlı konağı, bir mimari yapıdan öte, bu değerlerin somutlaştığı bir hayat alanıdır.

ESERLERİ

Roman:

Aşk Budur ( 1938)

Batmayan Gün (1939)

Ateş Ağacı (1941)

Yaşayan Ölü (1942)

İnsan ve Şeytan (1942)

Son Menzil (1943)

Yolcu Nereye Gidiyorsun (1944)

Mesih Paşa İmamı (1948)

Hikâye:

Mabedde Bir Gece (1940)

Mensur Şiir:

Yusufçuk (1946)

Hancı (1988)

Dile Gelen Taş (1999)  

 Hatırat:

İbrahim Efendi Konağı (1964)

Bir Dünyadan Bir Dünyaya (1974)

Hatıralarla Başbaşa (1977)

Rahmet Kapısı (1985)

Hey Gidi Günler Hey (1988)

Küplücedeki Köşk (1989)

Ah Tuna Vah Tuna (1996)

Ne İdik Ne Olduk (1985)

Bağ Bozumu (1987)

Ratibe (2002)

Ezeli Dostlar (2003)

İki Âşinâ (2003)

Kültür medeniyet ve tarih:

Boğaziçinde Tarih (1966)

Türk Tarihinde Osmanlı Asırları (1975)

Türkiye’nin Ermeni Meselesi (1976)

Türk-Rus Münasebetleri ve Muharebeleri (1970)

Biyografi:

Kenan Rifai ve Yirminci Asrın Işığında Müslümanlık (1951)

Edebî ve Manevî Dünyası İçinde Fatih (1953)

Otobiyografi:

Dost (1980) 

Seyahat:

Yeryüzünde Birkaç Adım (1984) 

Portre:

Âbide Şahsiyetler (1976) 

Deneme:

İstanbul Geceleri (1952)

Kölelikten Efendiliğe (1978)

Makale:

Milli Kültür Meseleleri ve Maarif Davamız (1976)

Ne İdik Ne Olduk (2002)

Rahmet Kapısı (1985)

Mektup:

Misyonerlik Karşısında Türkiye (1969)

Mektuplardan Gelen Ses (1985)

Hazırlayan: Baran Dergisi