An var ki bir ömre bedel. Bir vicdan azabı yeterince çekilmiş, fazlasıyla sürmüş bir günahın kefareti ödenmiş kadar kıymetli. Bir esir zincirinden kurtulmuş kadar hafif.
An var ki lahzalarında bütün bir tarihi taşıyormuş kadar ağır. An olur, kasırgalar zamanında bulut katmanlarını delen ışık sızıntısı gibi içini ısıtır insanın. Karanlığın, görür görmez sıvıştığı ışık.
İşte böyle bir ana gebe bir sahneydi ekranlarda gördüğümüz. İnsanlığın nefesine çökmüş bir mermer put, kırılmayı bekliyor gibiydi.
Polis barikatıyla çevrilmiş alanın kıyısında çaresizce bekleyen Müslümanlar, o meşum çağ içi ulus devlet sınırlarına hapsedilmiş paramparça ümmeti andırıyordu. Yutkunuş ki çığlık kadar sarsıcıydı. Tel örgülere çarpan yaralı hüzün, kanıyordu.
Meydanın tam ortasında onca utanmaz medeniliğiyle bir Batılı, Kur'an-ı Kerim'i yakacaktı. Devşirme hançeri kadar zehirli, bir kısım "İslam'da yoktur"cu akademikler (!) kadar sinsi, "İslam'ın miadı doldu" sarhoşluğuyla ellerini ovuşturarak "görünürlük" devşiren "tarihselci" unvanlar kadar ısırıcı bir manzara. Kasvet, ruhları bürüyecek kadar ağırdı; kurşun gibi, cehalet gibi, ihanet gibi.
Sonra en umutsuz zamanlarda sancılı bir beyinden dökülen keskin bir şiir gibi akıverdi bir endam;
Sanki tevhid akını, özgürlük seli, bendini aşmış, enginlerden taşmış, çer çöpü önüne katmış gibiydi.
Hendekte, cahiliyenin azmanı karşısına çıkan delikanlı Ali yürüyüşünde;
Kuğu misali kıvrılarak kınından sıyrılan Zülfikar zarafetinde;
"Yakın gemileri!" diyerek Endülüs'e kadem basan Arap Tarık kararlılığında;
"Wa Mu'tasıma!" diye yardım isteyen Müslüman kadının esir tutulduğu kaleyi yere seren halife himmetinde;
Hittin'de, Kudüs'te karanlık haçlı duvarlarını parçalayan Kürt Selahaddin cesametinde;
Kosova'da Hüdavendigar, Mohaç'ta Süleyman Türk muhteşemliğinde;
Tarihi sırtlamış yürüyen dağ benzeri bir yiğit dağıtıyordu kasvetin koyu umutsuzluğunu.
Bir Rüstem gürzü kadar haşmetli, İbrahim'in put kıran baltası etkisinde bir tekme patlıyordu arsız Batı medeniyetinin (!) sıfatında. Batılın beynini hak parçalamış kadar.
Aydınlanmasından Rönesans'ına, reformundan devrimine, demokrasisinden hukukuna, özgürlüğünden hoşgörüsüne kadar bütün maskelerini, bütün ruhsuz kavramlarını Batı'nın ayaklarının altına alıyordu, İbrahim gibi.
Ebu Ubeyde'nin mehabeti karşısında dilini yutmuş Siyonist gibi donakalmıştı makyajı dökülmüş medeniyet.
Şair olmadığıma ne kadar hayıflandım bir bilsen!
Senin destanını yazacaktım.
Vahdettin İnce, Star