Makalede, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli'nin Eğitim Reformu Girişimi (ERG) tarafından hazırlanan bir raporda eleştirilmesi ve bu eleştirilere verilen cevaplar yer alıyor. Makale, ERG raporunun Batı merkezli bir eğitim anlayışıyla hazırlandığını ve Türkiye’nin eğitim tarihine ve kültürel mirasına uygun olmayan kavramlar üzerinden değerlendirme yapıldığını aktarıyor. Ayrıca, Türkiye'nin kendi özgün medeniyet değerlerine dayalı bir eğitim sistemi oluşturma çabasının, Batı merkezli kavramlar ve ideolojik müdahalelerle gölgelenmek istendiği belirtiliyor. Makale Türkiye'nin eğitim sisteminde kendi kavramlarını ve modellerini merkeze alması gerektiğini vurguluyor.

Türkiye’de şüphesiz ki son günlerin en çok tartışılan konulardan birisi yeni müfredat oldu. Müfredat tartışmaları başından beri Maarif Platformu'nun da gündeminde idi. Çeşitli faaliyetlerle (akademik makale çalışmaları, çalıştaylar, raporlar vd.) sürece katkı vermeye çalıştan platformumuz, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ile ilgili Eğitim Reformu Girişimi’nin (ERG) hazırladığı raporu da inceledi. Raporda bazı hususlarda yöneltilen eleştirileri inceledi ve bu eleştirilere cevaben bu makaleyi kaleme alma ihtiyacı doğdu.

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli, Türkiye’nin özgün kültürel ve tarihsel mirasına dayalı bir eğitim sistemi oluşturma çabası olarak öne çıkmaktadır. Öncelikle, modelle ilgili ERG tarafından hazırlanan rapor, modeli ele alırken belirli kavramsal ve terminolojik tercihler üzerinde durmakta ve bunları eleştirmektedir. Ancak, raporun yaklaşımı ve değerlendirme kriterleri, Batı merkezli eğitim anlayışını temel alarak, Türkiye’nin eğitim modeline dair öne sürülen kavramların yeterince anlaşılamaması ve eleştirilerin bu bağlamda yönlendirilmesiyle dikkat çekmektedir.


KENDİ KAVRAMLARINA YABANCI
Raporda programdan “iletişim belgesi” olarak bahsediliyor. Bu tabirin ne amaçla ve niçin kullanıldığı anlaşılmıyor. Bir öğretim programı için böyle bir tabir kullanmaya niçin ihtiyaç duyulduğu raporda açıklanmamış. Ortaya atılan diğer ifade ise “Eğitim iletişimi” oluşturma çabası olarak karşımıza çıkıyor. Bu tanımlama “iletişim belgesi” tanımından daha tuhaf ve yine programla ne gibi bir ilgisi olduğu anlaşılmayan bir tanım olarak kullanılmış.

BM, Filistin'in egemenlik hakkını kabul etti BM, Filistin'in egemenlik hakkını kabul etti

ERG’nin raporu “Maarif”, “mefkure”, “belagat sahibi”, “ilme ulaşan” ile “bilişsel” yerine “zihinsel”; “tutum” yerine “eğilim” ifadelerini kurucu kavramlar olarak tanımladıktan sonra bu kavramların anaakım kavramların yerine kullanıldığını ve bunun da mevcut kavramların anlamını bulanıklaştırdığını ifade etmiş. Rapora göre “Maarif” yerine “Eğitim” kullanılmalı ne var ki eğitimin maarif, maarifin ise eğitim kavramının yerine kullanılabilecek kavramlar olmadığını dikkate almamış. Ayrıca mefkure herhangi bir kavram yerine kullanılmamış, “belagat sahibi”, “ilme ulaşan” gibi kavramların, kullanılan hangi kavramın yerine tercih edildiği söylenmese de kurucu kavramlar olarak ifade edilmiş ve dolayısıyla oluşturulmaya çalışılan yeni iletişim dilinin kurucu kavramları olduğu kastedilmiş.

Ancak eğitim zaten ülkeye ait bir eğitim dili oluşturmalı ve kendi insanının birbirini doğru anlayabileceği ve özgün bu dili sistematik bir şekilde geliştirerek yaygınlaştırmalıdır. Burada yanlış bulunan durum aslında temelde eğitimden beklenen şey olarak desteklenmesi ve geliştirilmesi için katkı sunulması gereken bir durum. Kültürümüzde bir karşılığı olmayan ve yapılan işi tam olarak karşılamayan ancak bir şekilde evrensel olduğu için kullanmamız gerektiği konusunda bize dayatılan bazı kavramları doğru kabul ederek ve o kavramları merkeze koyarak programın değerlendirilmesi temelde yanlış bir düşünce olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü Türkiye’de uygulanacak bir öğretim programının Türkiye’de yaşayan insanların kültürünü, inancını, yaşayışını ve tarihini yansıtması gerekir.


Raporda yeni kavramlar oluşturmaktan bahsediliyor, ancak yeni kavramlar olarak ifade edilen ve yukarıda verilen kavramlar anaakım eğitim alanyazını diye ifade edilen ve aslında geçmişi en fazla 50 yıla dayanan kavramlardan çok daha eski ve belki de 1000 yıl boyunca kullanılmış kavramlar olarak biliniyor. Yeni olması raporu hazırlayan kişi için ancak geçerli bir ifade olabilir. Diğer taraftan anaakım eğitim kavramları olarak ortaya konulan kavramlar hangi anaakımı temsil ediyor anlaşılamamıştır. Bu kavramların anaakım eğitim kavramı olduğuna kim karar verdi? Diğerlerinin yeni olduğunu kim söyleyebilir? Bunların kararını yazar mı verdi yoksa bir yerde böyle bir şey mi yazıyor anlaşılmıyor…

Raporda kavramsal becerilerin karmaşık olduğundan bahsediliyor ve “çok anlamsız duruyor” diye tabir edilmiş, ancak kavramsal beceriler raporun iddia ettiği gibi çok anlamsız ve yetersiz olmasa da daha anlaşılır ve doğru şekilde ifade edilebilirdi. Bir diğer eleştiri: “Alanyazında genellikle “hazırbulunuşluk” olarak kullanılan kavram yerine “temel kabuller” yerleştirilmiştir. Bu seçime ilişkin herhangi bir gerekçelendirmenin bulunmaması dikkat çekmektedir” şeklindedir ancak hazırbulunuşluk temel kabuller anlamına gelmemektedir. Ama böyle olmadığı metinde açıklanmadığı için onun yerine kullanılmış gibi algılanmaktadır.

MERKEZDE KENDİ MEDENİYETİMİZ OLACAK
ERG raporunun diğer bir eleştirisi:


“Tüm metin tarandığında, eğitim ve öğrenme teorilerinin önemli kısmının temellerini aldığı psikoloji disiplinine yapılan atıfların yetersiz olduğu görülmektedir. “Psikoloji” terimi yalnızca bir kez kullanılmış olup, bu kullanımın da muhtemelen tesadüfi olduğu düşünülmektedir. Çünkü benzer cümlelerde “ruh sağlığı” psikoloji ifadesi yerine tercih edilmiştir. “Sosyoloji” ise altı kez ve bilimsel bir disiplinden ziyade toplum anlamına vurgu yapan “sosyolojik düşünme” olarak yer almıştır. “Eğitim Bilimleri” ya da “Pedagoji” kavramları ifade düzeyinde dahi metinde herhangi bir yer bulmamıştır.”

Bu eleştiri de yukarıda olduğu gibi raporun merkeze aldığı kavramlar ve bu kavramlar üzerinden sahiplendiği dünya görüşü ve felsefesiyle ilgili. Bu programda eğitim dilinin yerlileştirilmesi gibi bir çaba olduğu söylenebilir, ancak bu yapılırken seküler, batılı ve modern eğitim dili yerine yerli, kültürel ve kendi tarihsel mirasını yansıtan kavramları kullanmayı kabul etmek gerekiyor öncelikle. Anlaşıldığı üzere rapor temelde bu düşünceye karşı. Dolayısıyla eğitim yerine maarif kelimesini ya da mefkure kavramını temsil ettiği anlamı ne kadar karşılasa da kabul etmesi mümkün görünmüyor. Çünkü onu sorgulamıyor. Bu kavramlar niye var, niye mevcut kullandığımız kavramlar kullanılmamış şeklinde eleştiriler sürekli yapılıyor. Ama program zaten böyle bir iddiadan bahsediyor. Merkezde kendi medeniyetimiz olacak diye. Bu ise ancak kavramlarla olabilir.

BAZI ZORLAMA YORUMLAR
Programda; çocuk, pedagoji ve eğitim bilimleri gibi kavramlar kullanılmamış deniyor. Öncelikle bu program okulöncesinden başlamak üzere üniversiteye kadar olan bütün yaşları kapsamakta ve gençleri de hedeflemektedir. Ayrıca çocuk kavramını kullanmak ya da kullanmamak programın bir amacı olarak anlaşılmamalı. Programda genel olarak bütün yaşları kapsayan insan kavramı kullanılmış ve gayet de doğru kullanılmış. Raporda ifade edildiği üzere psikoloji, pedogoji ya da çocuk kavramının kullanılması gerekiyorken kullanılmaması ön yargılı ve kasıtlı bir eleştiri olarak karşımıza çıkıyor. Eğer olaya bu açıdan bakılacak olursa modelin ortak metninde kullanılmayan pek çok kavram var. Hepsi için ayrı ayrı eleştirmek gerekir ki, o zaman bu işin sonu gelmez.


“Metinde geçen insanın fıtri özelliklerinin neler olduğu açıklanmamakla beraber bunların ‘toplumsal imgeler’ olduğu söylenebilir.”şeklindeki ifadeler için de aynı şekilde rapor kullandığı bütün kavramları açıklayarak ilerleyecek olsa, şu anki halinin yaklaşık on katı hacminde olması gerekirdi. Nasıl ki daha önce iddia edildiği gibi eğitimde pedagoji ya da psikoloji kavramlarını kullandığınızda o kavramları açıklamaya gerek yoksa, insanın fıtri özelliklerinin neler olduğunun da açıklanmamış olması öğretim programının bir eksikliği değil raporun ya da raporun yazarının bir eksikliğidir. Burada asıl sorun bu kavramların anlaşılmaz bulunması ya da uygunsuz karşılanmasıdır. ERG raporunda bir de şu iddiaya rastlanmaktadır:

“Toplum ve toplumun geleceğine yapılan ve metnin her bölümüne yayılmış vurgu, yetişkin dünyasında yaşanan krizlerin eğitim kurumları aracılığıyla çözülebileceği fikrinin modele hakim olduğunu göstermektedir. Bu tür sorunların kök nedenleri, eğitim sistemi dışında çözüm gerektiren alanlarda yatmaktadır. Ayrıca, eğitim sistemine yetişkin dünyasının krizlerini çözme görevi yüklemek, eğitim kurumlarının ideolojik baskı altında kalmasına neden olabilir. Ancak toplumsal sorunların çözümünü tamamen eğitim sistemine yüklemek, okulların işlevini aşırı genişletmek anlamına gelir. John Dewey’in belirttiği gibi eğitim kurumlarının temel görevi, öğrencilerin demokratik bir toplumda etkin bireyler olarak yetişmelerini sağlamaktır. Ancak toplumsal sorunların çözümünü sadece eğitim sistemine bırakmak, bu temel görevin yerine getirilmesini de zorlaştırabilir.”

Bu iddianın dayanağı olarak verilen ilgili paragraftan toplumun bütün sorunlarının eğitim yoluyla çözülmeye çalışıldığı ve eğitime bu yüzden gereğinden fazla sorumluluk yüklendiği iddiası zorlama bir yorum olarak anlaşılıyor. Çünkü öğretim programları ülkelerin çocuklarını yetiştirmek istedikleri müreffeh toplumsal yapıya ulaştırmak için yaşadıkları sorunları çözmeye dönük kısmen idealize edilmiş teorik metinlerdir. Bu metinlerde toplumun bir kısım problemlerinin çözüleceği bir kısmının ise başka alanların konusu olduğu için dokunulmayacağı gibi bir yaklaşım söz konusu olamaz. Bütün sorunların çözümü amaçlanır ancak pratikte ne kadar başarılı olunursa o kadar başarılı bir program yapmış olursunuz. Raporda iddianın desteklenmesi için verilen kaynaklar da ayrıca konuyla ilgisiz. John Dewey’in “Eğitim kurumlarının temel görevi, öğrencilerin demokratik bir toplumda etkin bireyler olarak yetişmelerini sağlamaktır.” iddiası her ne kadar doğru bir tespit olsa da konuyla ilgisi olmayan doğru bir ifade ile rapordaki iddia desteklenmiş olmaz. Ayrıca Dewey’in böyle demiş olmasının bizim eğitim sistemimiz açısından bir hükmü olmamalı. Bu konuda bizim de söyleyecek oldukça güzel ve fazla sözümüz ve kaynağımız var.


ASIL EŞİTSİZLİK “SEÇKİNLER” VE TOPLUM ARASINDA
Raporda ayrıca cinsiyet eşitliğine vurgu yapılması gerektiği, Maarif Modeli'nde cinsiyet eşitliğinden bahsedilmediği ifade edilmektedir. Ancak Türkiye’de toplumun her kesiminde eşitlikçi bir anlayışla ilgili asıl sorun kadın erkek eşitliği değil, kendini seçkin ve aydın zanneden kesimle toplumun çoğunluğu arasında yaşanmaktadır. Kadın erkek eşitliği konusunda bir eşitsizlik olmadığı gibi, sürekli bu tarz söylemlerle konu bir sorun haline getirilmektedir. Programla ve Türkiye’nin güncel eğitim sorunlarıyla hiç ilgisi olmayan bu konu çok önemli ve büyük bir sorunmuş gibi yansıtılarak, Türkiye’de böyle bir sorun var izlenimi oluşturulmaktadır. Oysa hem program hem de mevcut kitaplar bu konuda zaten oldukça duyarlıdır.

BATI MERKEZLİ EĞİTİM ISRARI
Sonuç olarak, ERG’nin Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ne ilişkin raporu, belirli kavramsal tercihler ve terminolojik yenilikler üzerinden eleştirel bir yaklaşım olarak hazırlanmıştır. Özellikle raporda kullanılan dil ve eleştiri üslubu, Batı merkezli kavram ve anlayışların merkeze alınması nedeniyle, Türkiye’nin özgün eğitim felsefesi ve yaklaşımlarına yönelik haksız ve yersiz eleştiriler olarak değerlendirilebilir. ERG raporunda Maarif Modeli'nde kullanılan terimlerin eğitim sistemi içerisinde yerel bir dil ve kavram oluşturma çabası içinde ele alınması gerektiğinin göz ardı edildiği anlaşılmaktadır. Aynı şekilde, batı merkezli eğitim anlayışının yerine konulan kavramların anlaşılmaması ve eleştirilmesi, raporun Türkiye’nin eğitim tarihine ve kültürel mirasına uzak bir bakış açısıyla değerlendirildiğini göstermektedir. Kısaca bu raporda merkeze bazı eğitim düşünce modelleri konulmuş ve eğitim sistemimizi ona göre şekillendirmemiz istenmiş. Ancak asıl sorunumuz zaten merkeze kendi düşünce ve eğitim modellerimizi koyamamamızdan kaynaklanıyor. Bu rapor bir bakıma aynı hataya devam etmemizi öneriyor.

Raporda ayrıca, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi modern ve evrensel değer olarak dayatılan öneriler, yerel eğitim modelinin özgün yapısına zarar verebilecek ideolojik müdahale olarak görülmektedir. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ile bir nebze Türkiye’nin kendi medeniyet değerlerine dayalı bir eğitim sistemi oluşturma çabası, bu tür önerilerle gölgelenmekte ve eğitim sisteminin seküler ve Batılı değerler doğrultusunda yeniden yapılandırılması istenmektedir.

Yeni Şafak, Prof. Dr. Bayram Özer / Ondokuz Mayıs Üniversitesi Öğretim Üyesi