Kadınlara da erkeklere de tarihin hiçbir döneminde bu yüzyılda yapıldığı kadar büyük bir “güzel olmalısın” baskısı yapılmadığı tartışmasız bir hakikat. Kadının da erkeğin de bu baskıya yenilip teslim olduğu da öyle.
Güzellik kriterlerinin “belli oranda toplumsal kabul”ler olmaktan çıkarılıp “değişken nesnellikler alanında küresel kabuller” olması elbette doğrudan ve sadece kapitalizm ile ilgili.
Burada “değişken nesnellikler” ibaresini biraz açmam gerekir. Küresel sağlık ve kültür endüstrileri, karşılıklı etkileşim içerisinde yıllara göre değişen ve değiştiği anda “değiştirilmesi artık teklif dahi edilemez” hale getirilen “nesnel güzellik kriterleri” belirliyorlar sürekli. Üstelik bu nesnellik öyle katı bir şekilde giriyor ki hayatımıza, her birimizin güzellik tanımı birden aynılaşıyor. Zihinsel bir kurmacaya ikna edilmiş insanlara dönüştürülüyoruz. Sağlık ve kültür endüstrisinin iri ebatlı tanrıları bu nesnelliği yeniden tanımlayıp değiştirene kadar hepimiz açısından güzellik tanımı netleşmiş oluyor.
Elbette tek merkezden, yani kâr maksimizasyonunu hedeflemekten gayrı bir amacı olmayan kapitalizm mekanizması tarafından yürütülen bu “güzellik sanrısı”, çok acıklı bazı sonuçlara yol açıyor.
Bu sonuçların yol açtığı ve doğrudan “güzellik”in kendisini etkileyen iki sonucundan bahsedeyim. “Özgün” ve “kusurlu” güzelliklerin öldürülmüş olması.
Özgün, yani “ırktan ırka, toplumdan topluma, topluluktan topluluğa değişen güzellik” diye bir şey yok. Örneğin “büyük burun” kapitalist tanrılar tarafından artık güzellik tanımının dışında kabul ediliyorsa toplumsal genetiğinde büyük burunu güzel bulan insan toplulukları derhal bu ön kabule ikna oluyorlar ve artık büyük burun “bir özgünlük” olmaktan çıkarılıyor.
Kusurlu güzellik ise zaten böyle. Bugün ne denli güzel olursanız olun “boyunuz” yahut “çekik gözünüz” genel geçer güzellik tanımının içinde değilse sağlık sektörünün kâr maksimizasyonu döngüsünün içerisinde buluyorsunuz kendinizi. Uzak Doğu’da son derece zahmetli ve riskli boy uzatma ameliyatlarının yaygınlığı sadece bununla ilgili. İnsanlar, güzelliklerini “kusurlu” tutmak istemiyorlar. Şişirilmiş dudaklar cumhuriyetinin ilk ve en önemli akidesi “kusursuzluk” çünkü.
Tabii, güzellik kriterlerinin tek merkezden yönetilmesi aynı zamanda sağlık teknolojisinin baş döndürücü şekilde ilerlemesiyle de paralellik arz ediyor. Şöyle diyebiliriz buna: Küresel kültür endüstrisi belirliyor, sağlık sektörü teknolojinin de yardımıyla kârına kâr katıyor. “Güzellik endüstrisi” dediğimiz nane tam olarak böyle işliyor.
Bugün Türkiye’de güzellik, “toplumsal ayrıcalık” görmenizin ilk ve en kestirme yolu. Hemen her şeyin kabukta, dışta, dışarıda yaşandığı bu şişirilmiş dudaklar cumhuriyetin-de herhangi bir “içsel meziyet”e ihtiyaç duymadan hayatınızı idame ettirebilirsiniz. Eğitimli olmanıza, statü sahibi olmanıza, bir şey başarmış olmanıza, hatta en önemlisi olarak ahlaklı olmanıza falan hiç gerek yok. Kültür endüstrisinin dayattığı ölçüde güzelseniz aradığınız ayrıcalığı derhal ve zaten elde ediyorsunuz.
Peki ya güzel değilseniz? İşte bunun imkânı yok. Çünkü “güzel olmak” artık, insanın doğuştan, fıtraten getirdiği bir özellik değil. Güzel değilseniz kendinizi güzel yapabilirsiniz ve bunu yaparken de sağlık ve güzellik endüstrisine tonla para kazandırabilirsiniz.
Bugün erkek bedeni de tabii ama bilhassa kadın bedeni “kişinin kendisine ait mahrem bir alan” olarak değil “kapitalizmin alışveriş mabedi” olarak değerli.
İnsanı “nesinden memnun değilse osundan kurtulabileceği” bir androide, bir “atölye üretimi”ne dönüştürdü küresel kültür endüstrisi. Aslında beden dediğimiz şeyin bizatihi kendisi artık insana değil sağlık sektörüne ait ama bu köklü tartışmayı bu yazının sınırlarına sığdırmak zor. Şu kadarını söylemekle yetineyim fakat. “Makbul ölüm – makbul olmayan ölüm” sadece tıp iktidarının elinde tuttuğu kavramsallaştırmalardır artık.
Kırışıklığa, inceliğe, kalınlığa, kısalığa, uzunluğa, fazlalığa ya da eksikliğe tahammülü kalmamış şişirilmiş dudaklar cumhuriyeti vatandaşlarının iki büyük korkusu vardır: “Güzel değilken ölmek” ve “makbul tanımlamanın dışında kalmak.” İnsanı çikolata reklamlarıyla diyet listelerinin arasında bir gergiye raptetmeyi başaran kapitalist tanrılar insana, bedeni üzerinden sürekli “sen benimsin artık” cümlesini fısıldamaktadırlar böylelikle.
İnsanın dünyaya direncini sağlık sektörü eliyle de kaybettiği bu aptal yeni dünyada şişen sadece dudaklar değil, insanın bitmek bilmez arzuları ve egosudur aynı zamanda. Çirkinin kendisine yer bulamadığı bu aptal yeni dünyanın aynı zamanda berbat sonuçlara gebe bir “güzellik faşizmi” ürettiğinin ise kimse farkında değil. Çirkin doğan çocukların diri diri toprağa gömüleceği bir gelecek, tahmin ettiğimizden çok daha yakın olabilir. Gülmeyin. Allah’ın bir engelle yarattığı çocukların kürtajla alınabileceği bir faşizmin üretilebileceğini de hayal edemiyordu insanlık 60 yıl öncesine kadar.
İsmail Kılıçarslan, Yeni Şafak