Ahlak, sosyal ilimlerde bir çalışma alanı olmanın yanı sıra, bir toplumun hayatına can katan ve toplumu onurlandıran bir yaşama kültürüdür. Günümüzde, ahlak sadece adı kalmış veya hayatın, ancak belirli alanlarına sıkıştırılmış bir değer halindedir. Acaba, ahlak, bu duruma getirilirken, hayatımız ne haldedir?..
Ahlak, neden bir hayat felsefesidir
Ahlak, öncelikle bir yaşama ve davranış felsefesidir. Çünkü, onun uygulanması gereken bir kural olmasından önce, yaşayışa bir düzen ve anlam getiren bir “davranış kültürü” olduğunu bilmek zorundayız. Ahlakın, felsefe olarak kabulü; onun, yaşayışı çerçeveleyen kurallara sahip olacak kadar, köklü ve uygulanmış bir sistem olduğunu göstermez. Çünkü hiçbir kural, fert ve toplumun, ideali haline gelmeden ve bir yaşayış düzenleyicisi niteliğini kazanmadan ayakta duramaz.
Bir kural, eğer güç kullanılmadan veya insanları aldatmadan benimsenmişse; o kuralın arkasında güçlü bir inanç vardır. Ahlak, bir manada dinin; yaşamaya ait kurallarının toplamı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yüzden de o, hiçbir güç veya korkuya dayanmaksızın; inanç sistemine bağlı olan insanların kendi istek ve arzularıyla benimsedikleri bir sosyal kural olarak varlığını hissettirmektedir.
Ahlak, bu özelliklere sahip olabilmesi için, öncelikle arkasında güçlü bir iman ve ahlaki bir terbiye sisteminin varlığı gereklidir. Çünkü ahlak; insanın iç dünyasının her yönüne nüfuz edebilecek bir sosyal sistem ve ilişkiler düzeni olarak, iyi bir eğitim yoluyla temellendirilmektedir.
Ahlaki kurallar, neden işlemez hale geldi?
Ahlaki kurallar, kapsamlı bir yaşama felsefesine inanç ve onu gerçekleştirme yolunda ortaya konulan davranış sistemidir. Bir kural, eğer pratik hayatta işlerliğini kaybederse, onun varlığının hiçbir manası kalmaz. Türk toplumunda değerler, Batı medeniyetini benimsediğimiz andan itibaren, uygulanamaz hale geldi. Batı’dan farklı bir dünya ve sosyal hayatı benimseyen insanımız, devlet adamlarının tercihlerine uymak zorunda kaldılar. Çünkü eğitim ve kültür sistemi, kendi değerlerimiz yerine; batının yaşama tarzını ideal olarak vermeye çalıştı.
Bir sistemin gücü, onun; insanı kendine tabii olarak bağlaması ile ortaya çıkar. Batı yaşayış ve giyiniş tarzı, başta kadınlar olmak üzere, erkekleri de birer “cinsi obje” haline getirdi. İnsanlar, giyim ve davranışlarını, başka insanların hayatını baskı altına aldıklarına aldırış etmeden, istedikleri şekilde sürdürüp, hareket etmeye başladı.
Hani, hürriyeti; başkalarının haklarına saygı ve değer vermek olarak öğrenmiştik. Şu anda böyle bir hürriyet yok. Kuralsız yaşayan bir grup insan, başkalarının duygularına, inançlarına ve ahlaki değerlerine karşı, “taciz”e varan bir sorumsuzluk ve aldırmazlık içinde. Belki bu kişilerin çoğunun, böyle bir niyeti yok. Ama, ülkemizde kamusal hayat, bu tür insanların hareketlerine ses çıkarmayacak bir şekilde yürütülüyor. Üstelik bu insanlar, sadece kendi düşüncelerine uygun yaşamakla kalmayıp, başkalarının hak, hürriyet ve ahlak değerlerine da hakaret ettiklerinin farkında değiller. Maalesef eğitim, yayın ve medya kuruluşları da, bu “karşı kültürleşme” olayına bilerek veya bilmeyerek destek oluyorlar.
Batılaşma uğruna, bütün değerlerden uzaklaşılıyor
Batılılaşma, kendi anlayış ve hayat tarzını yerleştirirken, asırlardır hayatımızı ayakta tutan ve ilişkilerimizi şekillendiren ahlaki yapı ortadan kalktı. Herşeyin müsbet ilim ve teknoloji ile halledilebileceği noktaya geldik. Ama, yıllar içinde görüldü ki, ne ilim ve ne de teknoloji, toplumların sosyal hayatını biçimleyecek ve ayakta tutacak bir güce sahip değil.
Burada asıl üzerinde durulması gereken husus, ahlakımızın gittikçe dejenere oluşudur. İnsanların birbirine ve büyüklerine saygıları neredeyse kalmadı. Sosyal kuralların temelinde yer alan örf, adet ve ahlak kuralları hiçe sayıldı. Özellikle ahlak, sadece bazı davranış kurallarında kaldı. Giyim, konuşma, yardımlaşma, fedakarlık, namus gibi kavramlar; modern Batı’da olmadığı için değersiz hale geldi. İşin garibi; devlet daireleri, ordu, sanat çevreleri, eğitim kurumları Batı'nın kural ve yaşama tarzını “ideal” haline getirdi.
Bugün deniz kenarları, sahiller, yemek ve eğlence mekanları; dini, ahlaki ve geleneksel değerlerden uzak bir davranış, giyim ve ilişki tarzına sahne oldu. Özellikle kadın ve erkek ilişkileri, neredeyse sadece cinsi ilişkiler haline algılanmaya başlandı. Bu eğilim, televizyon filmleri ile daha da güçlendiriliyor ve devleti yönetenler bu gidişin daha da aşırı bir noktaya varacağından habersiz bir halde, siyasi varlıklarını güçlendiriyorlar!..
Prof. Dr. Sami Şener, Mirat Haber