The New York Times’da Spencer Ackerman tarafından kaleme alınan yazıda ABD’nin Gazze’deki tavrıyla tüm dünyaya dayatılan ‘Uluslararası hukuk’ hikayesine zarar verdiği ve artık inandırıcılığının kalmadığı ifade edildi.

Kariyerinin zirvesindeyken müslüman olan Kerim Abdül Cabbar’ın hikayesi Kariyerinin zirvesindeyken müslüman olan Kerim Abdül Cabbar’ın hikayesi


Köşe yazısını sizler için çevirdik:

***

Amerika'nın 'Kurallara Dayalı Düzeni' Şimdi Nerede?

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçtiğimiz ay Gazze'de "derhal ateşkes" talep eden bir kararı neredeyse oybirliğiyle kabul ettikten kısa bir süre sonra ABD ve İsrail bu karar anlamsız bir kağıt parçasıymış gibi hareket ediyor. BM yetkisini kabul etmek istemeyen İsrail, Refah'ı bombalamaya ve El-Şifa Hastanesini kuşatmaya devam etti. Oylamadan kısa bir süre sonra Biden yönetimi Gazze'de acilen ateşkes talep eden 2728 sayılı kararı "bağlayıcı değil" olarak nitelendirerek uluslararası hukuk statüsünü inkar etmeye çalıştı.
Bu, önceki üç kararı veto ettikten sonra dördüncü oylamada çekimser kalarak kararın geçmesine izin veren bir yönetimden gelen kafa karıştırıcı bir yaklaşımdı. Kararın kabul edilmesinin ardından Dışişleri Bakanlığı'nda düzenlenen basın brifinginde Bakanlık Sözcüsü Matthew Miller, kararın ne acil bir ateşkesle sonuçlanacağını ne de çetrefilli rehine serbest bırakma müzakerelerini etkileyeceğini söyledi. Bir muhabir de bunun üzerine "Eğer durum buysa, BM'nin ya da BM Güvenlik Konseyi'nin ne anlamı var?" diye sordu.

Soru geçerli ama aynı zamanda yanlış cihetten yaklaşıyor. Herhangi bir yaptırımı olmayan BM kararlarının İsrail'i durdurmaya zorlayamayacağı açık. Ancak İsrail'i durdurabilecek ve bunu yapmayan varlığın kim olduğu da bir o kadar açık: O ülke de ABD.

Biden yönetimi kararın geçmesine izin verip sonra da altını boşaltarak ABD'nin süper güç olma gerekçesine verdiği zararı gözler önüne serdi. “ABD yönetimlerinin uluslararası kurallara dayalı düzen olarak adlandırdıkları şeyi garanti altına alma” olarak bilinen gerekçe artık atıl duruma düştü.

Bu kavram, egemen küresel süper güç ABD tarafından uluslararası hukuka konulan bir yıldız işareti olarak işlemektedir. Bu durum ABD'yi uluslararası hukukun zayıf kalmasının nedenlerinden biri haline getirmektedir, zira ABD ve müttefiklerini muaf tutan kurallara dayalı bir düzen uluslararası hukuk kavramını temelden zayıflatmaktadır.

ABD'nin istekleri uluslararası hukukla denk düştüğünde, ABD için her şey yolunda gidiyor. Rusya'nın 2022'deki Ukrayna işgalinin arifesinde, Dışişleri Bakanı Antony Blinken "Birleşmiş Milletler Şartı'nın temeli ve dünya çapında istikrarı koruyan kurallara dayalı uluslararası düzen" için bir "tehlike anı" uyarısında bulunmuştu.
Ancak ABD'nin istekleri uluslararası hukuktan ayrıştığında, Amerika görünüşe göre hukuku ihlal etmekte bir sorun görmüyor – üstelik ihlallerinin küresel istikrara fayda sağladığını ilan ediyor. Bunun silinmez örneği, George W. Bush yönetiminin BM'nin silahsızlanma emirlerini uygulamak için alaycı bir şekilde meşrulaştırdığı 2003'teki ABD'nin Irak işgalidir. Sözde ihlalci Irak askeri işgale maruz kalırken, Washington'un eşsiz askeri ve ekonomik gücü, Amerika'nın BM izni olmaksızın gerçekleştirdiği işgalin çok az sonucuyla karşılaşmasını sağladı. İşgalden kısa bir süre önce ABD, Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanan Amerikalıların serbest bırakılması için gerekli "tüm araçları" kullanmaya yemin eden bir yasa çıkardı.

Princeton'daki bir grup Amerikalı akademisyen 2006 tarihli bir makalede "hukuk altında bir özgürlük dünyası" olarak adlandırdıkları şeyi savundular. Uluslararası kurumların "özgürlük dünyası" tarafından tercih edilen sonuçları üretmediği durumlarda, "liberal demokrasilerin kolektif eylemi yetkilendirmesi için alternatif bir merci" olmasını önererek, uluslararası hukukun zayıflıklarını ele almak olarak çerçevelediler. Uygulamada bu merci genellikle Beyaz Saray olmuştur. 2011 Libya ayaklanması sırasında ABD ve müttefikleri, İsrail'in 7 Ekim'den bu yana Gazze'de öldürdüğünden çok daha az sayıda muhalifi öldüren Muammer Kaddafi'nin devrilmesine yardımcı olmak için Güvenlik Konseyi'nin uçuşa yasak bölge yetkisini kullandı. Amerikan birlikleri sekiz yılı aşkın bir süredir Suriye'nin doğusunda faaliyet gösteriyor; bu, varlıklarının uluslararası hukukta hiçbir dayanağı olmadığını herkesin unutmasına yetecek kadar uzun süre.

ABD'nin BM'de ateşkes kararlarını her veto edişinden sonra bu Amerikan aleyhine bir çentik daha atıldı. Gazze'deki muazzam ölü sayısı ve yaklaşan kıtlık göz önüne alındığında, insanların ABD'nin kurallara dayalı uluslararası düzeninin amacını merak etmemeleri mümkün değildir.
Uluslararası hukuk, İsrail'in Gazze'de yaptıklarına açıkça karşıdır. Uluslararası Adalet Divanı, 2728 sayılı karardan iki ay önce, İsrail'in devam eden kampanyasının soykırım olarak değerlendirilebileceğine hükmetmiş ve İsrail'e soykırımın ortaya çıkmasını önlemek için tedbirler almasını emretmiştir. 2728 sayılı kararın kabulünden önce Kanada Parlamentosu, İsrail'e yeni silah transferlerinin durdurulmasını öngören bir önergeyi onayladı. Güvenlik Konseyi'nin kararı onayladığı gün, BM'nin işgal altındaki topraklardan sorumlu özel raportörü Francesca Albanese, İsrail'in uluslararası mahkeme tarafından "emredilen bağlayıcı tedbirlere uymadığı görüldüğü için" üye devletlerin İsrail'e silah sevkiyatını "derhal" ambargo altına almasını tavsiye etti.

Ancak 2728 geçtikten sonra Beyaz Saray ulusal güvenlik sözcüsü John Kirby, ABD'nin İsrail'e silah satış ve transferlerinin etkilenmeyeceğini açıkladı. Bazı Senato Demokratlarını hayrete düşüren Dışişleri Bakanlığı, İsrail'in Biden yönetiminin Amerikan silahı alanların uluslararası hukuka uyması yönündeki politikasını ihlal etmediğini belirtti. Geçtiğimiz hafta Beyaz Saray, İsrail Savunma Kuvvetleri'nin World Central Kitchen'dan İsraillilere hareketlerini bildiren bir yardım konvoyunu defalarca bombalayarak yedi kişinin ölümüne neden olmasının ardından "İsraillilerin uluslararası insancıl hukuku ihlal ettiği herhangi bir olay" görmediğini yineledi.
Gerçek şu ki, Washington şu anda BMGK’nin savaşmayı durdurmasını emrettiği bir muharip olan İsrail’i silahlandırıyor; bu da ABD'nin 2728'in bağlayıcı olmadığında neden ısrar ettiğini açıklamaya yardımcı olan rahatsız edici bir durum.

Ve bu gerçek dünyanın geri kalanı için de geçerli. Gazze'deki katliam bazı yabancı yetkilileri ve grupları ABD'li yetkilileri dinleme konusunda isteksizleştirdi. Kısa süre önce Gazze nedeniyle istifa eden Dışişleri Bakanlığı insan hakları yetkilisi Annelle Sheline, Washington Post'a Kuzey Afrika'daki bazı aktivist grupların kendisiyle ve meslektaşlarıyla görüşmeyi bıraktığını söyledi. ABD İsrail'e yardım ederken "insan haklarını savunmaya çalışmak imkansız hale geldi" dedi.

Bu dinamik, iki yıl önce ABD'li diplomatlar Ukrayna'ya destek toplamak için küresel çapta seferber olduklarında Avrupa dışında yaşananları fazlasıyla anımsatıyor. Brookings Enstitüsü akademisyenlerinden Fiona Hill'in geçen yıl yaptığı bir konuşmada gözlemlediği gibi, "Amerika'nın küresel düzeni tanımlama ve ülkeleri taraf tutmaya zorlama eğilimine karşı çok açık bir olumsuz tepkiyle" karşılaştılar.
Eğer ABD bu olumsuz tepkiden dolayı hayal kırıklığına uğradıysa, Gazze sonrası Washington'un bir sonraki sefer bir düşmanının hedefi için küresel destek arayışına girdiğinde karşılaşacağı tepkiyi bir düşünün. Karar 2728'in bir türlü kabul edilmemesi, kurallara dayalı uluslararası düzenin, yani ABD'nin inşa etmeye ve sürdürmeye çalıştığı dünyanın gerilemesinde bir dönüm noktası olarak hatırlanabilir.

Yükselen güçler, kendi uluslararası hukuk istisnalarını ileri sürerken ABD'nin emsal kararlarına atıfta bulunmaktan mutluluk duyacaklardır. Zira Gazze'nin korkunç bir şekilde gösterdiği gibi, uluslararası hukukun istisnalarının olduğu bir dünya, en az güçlü olanın en çok acı çektiği bir dünyadır.

Spencer Ackerman - The New York Times