Salih Mirzabeyoğlu davası, dünya hukuk tarihine kara bir leke olarak geçen, Türkiye’de yargının adaleti değil de elitlerin ve çetelerin menfaatlerini temin için bir sopa olarak kullanıldığını gösteren dava oldu. Hiçbir suça karışmamasına mukabil İBDA-C terör örgütü lideri olarak yargılanan Salih Mirzabeyoğlu, “tiyatro” olarak nitelendirdiği bu yargı sürecini protesto etmek edip duruşmalara katılmayı reddettiği için ağır işkencelere maruz kalmış, üstelik işkence görmüş hâli, tüm Müslümanlara, “sizin de sonunuz böyle olur” dercesine televizyonlarda, gazetelerde servis edilerek cemiyetin gözüne sokulmuştu. İşkence görmüş hâliyle duruşmaya çıkarılan Mirzabeyoğlu’na, duruşmanın hâkimi “Bu vaziyetin ne, bunu kim yaptı?” demeye dahi tenezzül etmemişti. Bu, Mirzabeyoğlu’nun tutuklanmasından yargılanmasına ve ceza almasından tahliyesine kadar geçen sürede maruz kaldığı hukuksuzluklardan, işkencelerden sadece biriydi…
Tüm hukuksuzluklara ve işkencelere mukabil vakur ve dik duruşundan asla taviz vermeyen Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, 21 Şubat 2000 ve 17 Nisan 2000 tarihlerinde 6. DGM’de yapılan celselerde tarihî bir savunma yaparak, Batıcı Kemalist rejimin maskesini düşürdü ve hukuksuzlukları gözler önüne serdi. 2 Nisan 2001’de 6. DGM Salih Mirzabeyoğlu’na idam cezası verdi. Mirzabeyoğlu mahkeme çıkışında bu süreci iki kelime ile özetledi: “Tiyatro bitti!”
Salih Mirzabeyoğlu'na verilen ceza idamın kaldırılması sonrasında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çevrildi.
Mirzabeyoğlu’nun maruz kaldığı hukuksuzluklar
Mirzabeyoğlu ağır işkencelere rağmen iki bölümde Sokrat misali verdiği 30 küsur sayfalık tarihî savunmasında, sistem eleştirisini ve alternatif sistem teklifini çarpıcı örneklerle sunuyor.
Davanın hukuk garabeti olması yanında Mirzabeyoğlu’nun insanî, fikrî ve ahlakî yönü dikkat çekiyor. Rejim ile rejim muhalifinin boğaz boğaza bir kavgasına tanık oluyorsunuz. Devlet gücünü, yürütme ve yargı erkini eline geçirmiş bir canavarın ne olursa olsun kuzuyu yeme teşebbüsü ve kuzu olmayı kabul etmeyen İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun devleşen direnişi ve davası, herkes için ders alınacak ve yaşadığımız çağa ayna tutacak hüviyette.
Dokuz klasörden oluşan dava dosyasında; polis ve savcı ifadeleri, mahkeme sorgu ve kararlarında hukukun somut, objektif ve genel ilkelerine hiç riayet edilmediği, bilakis Salih Mirzabeyoğlu’nun işkenceler altında yaptığı savunmasında derin bir hukuk, ahlâk ve siyaset ilişkisi kurduğunu ve nefsini düşünmekten öte içtimai bir dert taşıdığını görmekteyiz. Şu söz ona ait: “Devlet hukuk demektir; hukukun olmadığı yerde devlet değil çete vardır.”
Hukukun olmadığı yerde sadece iki tarafı ilgilendiren bir mesele olmadığını, hukuka güven duygusunun zedelenmesinin insanî, ahlakî ve içtimaî yıkımlara ve bunun da rejim bunalımına yol açacağını, bütün suçların olduğu gibi iktisadî suçların da artacağını, vicdanımızı infilak ettirircesine bize anlatıyor Mirzabeyoğlu.
Mahkemenin, sanığın aleyhine olan hususlardaki istekliliğinden ve sanık lehine delilleri toplamaktaki isteksizliğinden davanın gidişatı belli olurken siyasî konjonktüre göre idam kararı verildiği görülüyor.
“Her ne kadar delil olmasa da…”
28 Şubat döneminde savcı ve hakimler brifing için Genelkurmay’a koşuyor, bunların arasında Salih Mirzabeyoğlu’na idam cezası veren Metin Çetinbaş da var. Öyle ki mahkûmiyet kararı verilirken hukukî gerekçeler üzerinde fazla durulmuyor, maddî unsurlara ve illiyet bağına dikkat edilmiyor. Mahkeme, “Laik düzeni yıkmak istiyorlar. Her ne kadar açık ve net delil olmasa da, Salih Mirzabeyoğlu bu işin fikir babası olduğuna göre örgütün lideri de odur. Hiç taviz de vermiyor. Zaten bir şeyler de yapılmış.” mantığıyla hüküm kuruyor. Dosyadan ve yargılamanın safahatından bu açıkça anlaşılıyor. Salih Mirzabeyoğlu ise tarihî savunmasında böyle bir mantıkla neler kurulabileceğini ve işin nasıl tersine kendilerini vurabileceğini çarpıcı örneklerle anlatıyor.
Mahkûmiyet kararında laiklik ve Atatürkçülük vurgusu
Çoğu legal faaliyetler ve kendinden zuhur hâlinde gelişen bölgesel tepki ve eylemler bir havuz yapılarak dosyaya doldurulmuş. Çünkü Salih Mirzabeyoğlu’na isnat edilecek bir şey bulunamamış. Otuz yıllık bir cemiyet ve fikir hareketinin dik duruşu ve istikrarlı büyümesi Batıcı sistem tarafından tehdit ve tehlike görülerek legal-illegal bakmadan operasyonlar yapılmış, dergilerden ve polis ifadelerinden toplanan parça bilgilerle hazırlanan polis fezlekesi aynen iddianameye, iddianame ise aynen mahkeme kararına geçmiştir.
Mahkûmiyet kararında Laiklik ve Atatürkçülük vurgusu dikkat çekmektedir, dosyanın birçok yerinde de açık veya sinmiş olarak bu peşin yargı görülmektedir. Polis ve savcı soruşturmasında da komplo kurgusu açıkça belli olmaktadır. Kurt ile kuzunun “suyumu bulandırıyorsun” hikâyesi gibi bir durum söz konusudur.
Mahkûmiyet kararlarında başka neler var?
41 sayfalık Mahkûmiyet Kararı’nın 4 sayfası esas hakkındaki mütalaa, 15 sayfası savunma özetleri, 8 sayfası ise sadece Salih Mirzabeyoğlu’nun ismi geçen hiçbir eylem bağını göstermeyen sair ifadeler, rapor ve tutanaklar, İBDA fikriyatına gönül bağı olan kişi veya cephelerin muhtelif irili-ufaklı eylemleri, örgütsel doküman diye toplanan el yazısı kâğıtlar, 2 tabanca ile 2 av tüfeği tutanağı. Bunlar “Dosyamızda Başlıca Deliller” başlığıyla verilmiş. Üç kişiye itham edilenler bunlar. Diğer 8 sayfada ise “Sanıkların Fiili ve Hukukî Durumları” başlığı altında sanıkların siyasî ve ideolojik kimlikleri anlatılmış ve Laik düzenin yıkılması tehlikesinden bahsedilmiş. 41 sayfalık Mahkûmiyet Kararı’nın bir sayfalık hüküm başlığında ise, “Salih Mirzabeyoğlu’nun emir ve komutası göz önünde bulundurularak TCK’nın 146/1. Maddesi gereği İDAM CEZASI İLE CEZALANDRILMASINA” denmiş.
6 ayda ne değişti?
Fikir, sanat ve aksiyon adamı Salih Mirzabeyoğlu’nun idam kararı üzerine söylediği “Tiyatro Bitti!” sözünü doğrulayan bir senaryo yazmış mahkeme heyeti. Hukuk ayaklar altına alınarak, din düşmanları bir zafer edasıyla vermişler kararlarını. Aslında kaldırılan 163. maddeyi yetki gaspı yaparak tatbik etmişler.
Mirzabeyoğlu tutuklanmadan 6 ay önce, Adana C. Başsavcılığınca, Gaziantep-Urfa yöresinde faaliyette bulunan, “İBDA-C Ultra Force (Büyük Güç) isimli silahlı terör örgütünün amir ve kumandayı haiz üyesi olmak” suçundan TCK’nın 168/1 maddesi gereği kamu davası açılmış, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına sorulmuş, savcılık 25.5.1998 tarihli yazısında “Salih Mirzabeyoğlu’nun İstanbul’da yasal kitap faaliyetleri yaptığı ve illegal bir faaliyeti tesbit edilememiş” cevabını vermiş ve Adana C. Başsavcılığı görevsizlik kararı vermişti.
Hedef: Türkün ruh kökü
Dolayısıyla altı ay içinde, Anayasal Düzeni Silah Zoruyla Değiştirmeye Teşebbüs suçunun oluşması gibi absürt bir iddia vardır. İşin zaman ve eylem açısından imkânsızlığı ortada iken, vahamet derecesinde ve yoğunlukla eylem ifade etmesi gereken 146/1. maddeden ceza nasıl verilebiliyor? Bir de bu ucube kararın üzerine “Türk Milleti Adına Yargılama Yapmak” ifadesi konuluyor, hukuk kılıfı altında Türk Milletini ve Anadolu ruhunu katletmenin kararı veriliyordu. Üstelik devlet imkânlarını kullanarak bu “nitelikli cinayet” işleniyordu. Yüzde yüz yerli bir hareket olan BD-İBDA'nın bağlı olduğu, "Türkün ruh kökü ve Anadoluculuk davası" hedef alınıyordu. Gazi Üniversitesinden Prof. Dr. Nurullah Aydın’ın, Mirzabeyoğlu davasını inceledikten sonra Baran dergisine verdiği mülakattaki sözünü aktaralım: “Salih Mirzabeyoğlu Yahudi olsa idi bir saat bile içerde kalmazdı.”
“Örgüt evinde yakalandı” yalanı
Kamuoyunun malumu olduğu üzere Salih Mirzabeyoğlu çocuğunu okuldan alırken yakalanıyor ve “örgüt evinde yakalandı” diye izbe görüntüler eşliğinde basına servis ediliyor. O dönem, Müslüman geçinenler de sessiz kalarak bu yargısız infaza eşlik ediyor. Salih Mirzabeyoğlu Tuzla’da otururken koruması olduğu iddia edilen Saadettin Ustaosmanoğlu ise Fatih’te oturuyordu. Görüşmeleri bile yoktu. Ama örgüt olmuşlardı!
O zamanın Star gazetesi Salih Mirzabeyoğlu’nun askerlerce darp edilmiş haline “traş olurken yüzünü kesti” derken, Hürriyet gazetesi de “yolunmuş aslanlar tavuğa döndü” diyor; işkenceler basında pervasızca alkışlanıyor, rejim gardiyanlarına yalakalıkta basın birbirleriyle yarışıyordu. Mahkeme heyeti de üstü başı perişan sanıklara bir şey dahî sormuyordu.
Brifingli yargı
İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’na idam cezası veren Metin Çetinbaş, Kemalist ve brifingçi olup, hâkimlikten ayrılınca Ergenekon sanığı Kemal Alemdaroğlu’nun avukatı olmuştur. Keza, Salih Mirzabeyoğlu’na idam isteyen C. Savcısı Ali Cengiz Hacıosmanoğlu ise FETÖ’cü idi. Bu savcının 17 Aralık 2013 tarihli Hükümete darbe operasyonu mimarlarından olduğu görüldü. Kemalist cunta ile FETÖ’cü cunta Salih Mirzabeyoğlu’na karşı olmada müşterek noktada buluşuyordu.
Mirzabeyoğlu davasına önce bakan 6. DGM Başkanı Sedat Karagül’ün, görevinden alındıktan sonraki “siyasî baskı görmediğim hiçbir dava yoktu” açıklaması dikkat çekicidir. Davayı bir an önce neticelendirmeyen Sedat Karagül yerine Metin Çetinbaş atanmıştır ve daha üçüncü duruşmada idam cezası vermiştir.
Dokuz klasörlük ve yaklaşık 3000 sayfalık dava dosyasının 5-6 ve 7 nolu klasörler tamamen Salih Mirzabeyoğlu dışındaki İBDA’cıların yıllar önce yakalanıp görülen ve bir kısmı neticelenen davalarının polis ifadelerinden ibaret. Bir ev arama tutanağında, “Salih Mirzabeyoğlu’nun posteri ve yine irtica içerikli çok sayıda kitaba el konulmuş” deniliyor. 70 sayfalık Hendek İBDA-C davası evrakı 2. klasöre doldurulmuş. Ziyaretler, sohbetler, dergiler, kitaplar, legal dergilerde çıkan haber ve yorumlar delil kabul ediliyor. Kurgulanmış sorularla ifadeler alınıyor. Cezaevinden dergilere gelen mektuplarla da dosya zenginleştiriliyor.
Fikrî yazılar, örgütsel doküman olarak gösteriliyor
Salih Mirzabeyoğlu’nun kitaplaşmış el yazıları dava dosyasında örgütsel doküman olarak gösteriliyor. Gösterilerde “Yaşasın Kumandan Mirzabeyoğlu!” diye bağırılmış, bunlar da dosyada var. Meşhur Taraf dergisinin “İBDA-C nedir?” broşürü de dosyada yer alıyor.
Salih Mirzabeyoğlu’nun “Ev Arama ve Zaptetme” tutanağında kendi telif ettiği kitapların hepsine el konmuş ve tutanağa tek tek yazılmış.
1998 senesinde Salih Mirzabeyoğlu’nun gözaltına alınmasını ağızlarından salyalar akarak veren işbirlikçi medyaya, Kumandan’ın avukatı tarafından “Salih Mirzabeyoğlu “örgüt lideri” değil, “fikir adamıdır” başlıklı noterden cevap ve düzeltme metinleri gönderilmiş olup, bunların bir suretleri ve gönderildiği medya kurumları dava dosyasında da yer almaktadır.
En tehlikeli örgüt
Mahkûmiyet kararında 6. DGM şunu söylüyor:
“Sanık Salih İzzet Erdiş’in kurup yönettiği İBDA-C Örgütü, Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve Anayasa ile temin edilmiş demokratik, Laik hukuk düzenini silahlı halk ayaklanması yoluyla değiştirmeye çalışan son yılların en tehlikeli terör örgütlerinden biridir.”
Dosyalara hiç bakılmadı
İsnad edilen suçların maddî ve manevî unsurları araştırılmamış, Hizbullah gibi alakasız dosyalar klasörlere girmiş, arama kararı olmadan evler aranmış, Şube’de ise muvafakatlı ev arama tutanakları imzalatılmış, lehe deliller araştırılmamış, bir yere bırakılan yazılı kâğıttan o zümrenin suçlanamayacağı gözardı edilmiştir. Ve hiçbir emir ve komuta bağı olmadan, “ortada bir örgüt olduğuna ve buna bir lider gerektiğine göre” yakıştırmasıyla Salih Mirzabeyoğlu örgüt liderliğine ve idam cezasına “münasip görülmüş”. Savcı iddianamesinde,” her ne kadar örgütü yönettiğine dair bir delil elde edilememişse de” diyor ama buna rağmen takipsizlik kararı vermek yerine dava açıyor. Hukuk ve adaletin gereği değil, egemen güçlerin isteği oluyor…
Hukukî değil, ideolojik dava
Mirzabeyoğlu davası, hukukî değil, tamamen siyasî ve ideolojik bir davadır.
Polisin, askerin ve yargının yapmak istediği Salih Mirzabeyoğlu’nun iradesini kırmak idi. İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun yapmak istediği ise, Esseyid Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinin Anadolu’daki Kurtuluş Mücadelesine verdiği destek iradesini, Necip Fazıl’dan tevarüs ederek yaşatmaktı. “Gayesine ermemiş savaş bitmemiştir.” diyerek bağımsızlık mücadelesini zafere erdirmekti. Eğer böyle bir misyonu ve Allah’ın yardımı olmasa idi böyle destanlık direniş olur muydu?
Yanlıştan 16 yıl sonra dönüldü
Salih Mirzabeyoğlu tutuklanıp cezaevine gönderildikten tam 16 yıl sonra yeniden yargılama talebinin kabul edilmesinin ardından cezaevinden tahliye edildi. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu 2 Mart 2016'da mahkemenin verdiği karar ile İBDA-C davasından beraat etti. Bu karar daha sonra Yargıtay tarafından onaylanarak kesinleşti.