Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) 21 Kasım’da işgalci İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında verdiği tutuklama kararı işgalci İsrail’i izole eder mi etmez mi bilinmez ama, bir yalanın üzerindeki örtüyü kaldırdığı muhakkak.

29 Kasım 1947’de Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) girişimiyle Filistin topraklarının Birleşmiş Milletler (BM) kararıyla taksim edilmesine yönelik alınan karardan bu yana, Batı dünyasının sürdürdüğü ikiyüzlülüğe UCM nokta koydu.

1947’de Filistin’in taksim planının BM Genel Kurulunda kabul edilmesi için gereken üçte iki çoğunluğun sağlanamayacağını gören ABD, oylamayı iki defa erteleyerek, üçüncüde amacına ulaştı. İngiliz manda yönetimi altında Filistin topraklarına yönlendirilen Yahudi göçünü devlete dönüştürmenin son adımı da bu şekilde atıldı. 1918 yılında Filistin nüfusunun yüzde 7’sini oluşturan Yahudiler, 1948 yılına gelindiğinde İngiltere ve ABD’nin gayretleriyle nüfusun yüzde 31’ini oluşturuyorlardı.

Siyonistler, BM kararlarına uymamayı 29 Kasım 1947’deki taksim kararından itibaren bir politika haline getirdiler. İngiliz manda yönetiminin biteceği 15 Mayıs 1948 tarihinden önce, siyonist gruplar taksim planında öngörülenden fazla topraklara sahip olmak için kurdukları terör örgütleri ile katliamlara başladılar.

Kurulmasını sağlamış BM'nin kararlarını savuran işgalci devlet: İsrail

Haganah, İrgun ve Stern siyonist terör örgütleri, taksim planı dışında bırakılan Yafa, Akka ve Lod’daki Arapları şiddet eylemleriyle göçe zorladı. 9 Nisan 1945 tarihinde siyonist terör örgütlerinin şiddeti zirve noktasına ulaştı ve Kudüs yakınındaki Deyr Yasin köyünde kadın, çocuk ve yaşlılar dahil 254 Filistinli katledildi.

Rusya, Suriye’deki üslerini koruyor Rusya, Suriye’deki üslerini koruyor

BM’nin taksim planında Yahudilerin devlet kurması için ayrılan toprakların oranı yüzde 60’dan az iken, İngiliz manda yönetiminin sona ereceği 15 Mayıs 1948 gününe gelindiğinde, siyonist çeteler eliyle elde ettikleri toprakların oranı yüzde 71’e yükseldi.

700 bin Filistinli, Gazze, Lübnan, Ürdün ve Suriye’ye sığınmak zorunda kaldı. işgalci İsrail devleti kuruluşunun başında bile, ABD desteğiyle BM’nin kendi lehine aldığı bir karardan dahi tatmin olmayarak, uluslararası çok taraflı kurumların itibarını ayaklar altına almaya başladı. Bu süreç, uluslararası hukukun İsrail için geçerli olmadığını tasdikleyen en çarpıcı misallerden biridir.

Güvenlik Konseyi temsilcisini öldürmelerinin dahi hesabı sorulmadı

17 Eylül 1948 günü, taksim planının uygulanması için Filistin’e gönderilen İsveçli diplomat BM Güvenlik Konseyi Temsilcisi Folke Bernadotte’nin konvoyu Kudüs’te pusuya düşürüldü. Bernadotte ve aracındaki BM Gözlemcisi Fransız Albay Andre Serot, siyonist terör örgütü üyeleri tarafından öldürüldü. Katillerin kimlikleri biliniyordu ve onlara emir verenlerin isimleri de tespit edildi. Cinayete onay veren 4 kişilik terör grubunun üyelerinden biri ilk işgalci İsrail Başbakanı David Ben-Gurion, diğeri ise yine müstakbel işgalci İsrail Başbakanı İzak Şamir’di.

Peki tetikçiler ve azmettirenler hakkında ne yapıldı? Hiç. Cinayette kullanılan silahlar 2018 yılında yani tam 70 yıl sonra "işgalci İsrail polisinin tarihi mirası evi"ndeki bir sandıktan çıktı. Ne BM, ne de öldürülenlerin ülkeleri işgalci İsrail’den hesap sorabildi. Daha trajik olan ise 11 Mayıs 1949 günü işgalci İsrail, uluslararası toplumla alay eder gibi BM’ye kabul edildi. Henüz kuruluş aşamasında BM kararlarını çiğneyen, BM temsilcisini öldüren işgalci İsrail yönetimini örgüte kabul eden Genel Kurul kararının birinci maddesi ise şu şekildeydi; BM Genel Kurulu, İsrail’in yasamızdaki yükümlülükleri kabul eden, bu yükümlülükleri yerine getirmeye razı ve muktedir barışsever bir devlet olduğuna karar verir.

ABD'den UCM’ye saldırı

Bizler bugün, gerek ABD gerek diğer Avrupa devletleri tarafından suçları örtbas edilen, kuruluşu cinayetlere, uluslararası hukukun ayaklar altına alınmasına dayanan bir devletin UCM kararları doğrultusunda yaptırımlara maruz kalıp kalmayacağını ve Netanyahu ile Gallant ikilisinin yolları bir gün UCM üyesi ülkelere düşerse, tutuklanıp tutuklanmayacaklarını merak ediyoruz.

Bu sorunun cevabını aramak için fazla uzağa gitmeye gerek yok. ABD’li Cumhuriyetçi Senatör Lindsay Graham, UCM’nin kararını uygulayacak Avrupalı müttefikleri dahil her ülkeye karşı yaptırım uygulamaya yönelik bir yasa tasarısını Kongre’ye sunacaklarını ilan etti.

ABD'nin seçilmiş Başkanı Donald Trump döneminde ABD Kongresinde çoğunluğu oluşturan Cumhuriyetçi Partinin Senatodaki liderliğini üstlenmesi beklenen John Thune, doğrudan doğruya mahkemeyi hedef göstererek, uluslararası kuruluşa uygulanacak yaptırım kararı için harekete geçeceklerini söyledi. Avrupa ülkelerine baktığımız zaman ise çoğunluğu, "iki devletli Filistin çözümünü destekliyoruz" ifadesini kullanırken sığındıkları muğlakiyeti bu konuda da sergilediler.

Bu defa "uluslararası hukuka saygılıyız" ifadesiyle başlayan açıklamalardan bazıları Netanyahu’nun ülkelerine gelmesi halinde yargı kararının mutlaka uygulanacağına dair net bir ifade içermiyordu. Dahası, Fransa artık Lübnan nezdine olmayan nüfuzunu kanıtlamak uğruna UCM’nin tutuklama kararını Netanyahu ile pazarlık konusu haline getirdi.

Fransa basınında yer alan haberlere göre, 27 Kasım’da Lübnan’da devreye giren ateşkes kararının uygulanmasında Fransa’nın da rol oynaması karşılığında Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Netanyahu hakkındaki tutuklama kararının uygulanmayacağı vaadinde bulundu.

 İşgalci İsrail’in Gazze’ye saldırısının ilk gününden itibaren ABD başta olmak üzere, İngiltere, Kanada, Fransa, Almanya, Japonya, İtalya'yı kapsayan G-7 ülkelerinin Netanyahu’ya verdikleri destek değerlendirildiğinde, UCM’nin tutuklama kararını uygulayıp uygulamayacaklarını muallakta bırakan tavırları son derece tutarlı.

Açıkçası 1947’den itibaren izlenen çizgiyi ve 7 Ekim 2023’ten bu yana Batı dünyasının benimsediği politikaları üst üste koyduğumuzda, Netanyahu ya da İsrail’i izole edecek topyekun bir uluslararası siyasetten söz etmek hala mümkün değil.

Kaynak: AA